23 Ekim 2024 Çarşamba

Şeytan’ın Yaldızlı Sözlerine Bakıp Taraf Olmak

Not: Bu yazı, bir önceki “Neden Kafirler İçin Sonsuz Cehennem Var?” yazısının devamıdır. Burada yazdıklarımı, o yazıda yer alan “Başkasını Kötü Gösterme” alt başlığı altına ekleyip eklememe konusunda kararsız kaldım. En sonunda ayrı bir başlık olarak yayınlamaya karar verdim.

Neden ilahlığın peşindeki insanlar her konuda ama her konuda yanlış tarafta olmak zorunda?

Çünkü konulara girme nedeni var olduğunu, önemli olduğunu başkalarına hissettirebilmektir; hakkın yanında, haksızlığın karşısında olmak değil. Onun için “aman geri kalmasın” diye her konuya girmeye çalışır. Ama bir konu hakkında konuşabilmek için etraflıca araştırma yapmak lazım ki haksızlık olmasın, değil mi?

İşte, “var olduğunu” gösterme niyetindeki bir kişide böyle bir endişe, “konuyu iyice araştırayım ki birine kötülüğüm dokunmasın” gibi bir sorumluluk bilinci bulunamaz. Onun için müdahil olmaya çalıştığı konuya şöyle bir uzaktan bakar ve kim yaldızlı sözler söylüyorsa o tarafta yer almaya çalışır. Altı bomboş o yaldızlı sözlere ihtiyaç duyanların adi suç şebekeleri, terör örgütleri olduğunu ve o sözlerin de Şeytan tarafından fısıldandığını göz önüne aldığımızda, burada insanların Şeytan ile kurdukları ilişkinin bir örneği ile daha karşılaşırız.

Önemli konular hakkında konuşabilmek için insan ciddi bir bilgi birikim sahibi olmalıdır. İşte, ilahlık, üstünlük yarışındaki insanlar da ciddi bir bilgi birikime sahip insanmış gibi olduklarını başkalarına zannettirebilmek için bu tip konulara girmeye çalışır. Elbette böyle bir niyet asla hayra ulaşamaz ve bu niyetle hareket eden kişi kendisini Şeytan’ın örgüt mensuplarına, rant çetelerine fısıldadığı yaldızlı sözleri tekrarlarken bulur.

İşte, adi suç şebekelerinin, rant çetelerinin, terör örgütlerinin; dışarından, organizasyonlarının doğrudan mensubu olmadığı halde kendilerinin propagandasını yapan insanları bulabilmesi böyle olur. Ki bu dış propagandacılar iyice kontrolden çıkıp örgüt mensuplarına ve onların işledikleri suçlara bazen öyle anlamlar yüklerler ki anlattıklarıyla örgüt mensuplarının kendilerini bile şaşırtırlar.

Nerde zarar ziyan gruplaşma varsa, kendileri için yaldızlı cümleler kurar. Ucuz kahramanımız da ucuz kahramanlığının bir sonucu olarak o cümlelerin büyüsüne kapılır ve inanılmaz bir şeye imza atar. Kendi kendisine gider, görünürde doğrudan bir çıkarının olmadığı, bırak bir çıkarının olmasını, kendisini veya bir yakınını katledebilecek, katletmese dahi varlığıyla bile çok büyük ekonomik zarar olan adi suç şebekelerinin, terör örgütlerinin yanında yer alır. Evet doğrudan bir çıkarı yok gibi gözükür ama onun da çıkarı ciddi konular hakkında konuşabilen insan görüntüsü vermektir. İlahlık sevdası her şeye üstün gelir.

Örneğin PKK ile alakalı sorulabilecek, “Her şeyi geçtim. Yarın öbür gün bir yere bomba koyup patlatsa, kendisini ya da bir yakınını katledecek PKK gibi bir örgüt ile bir insan nasıl yan yana gelebilir?” sorusunun cevabı da buradan gelir. İlahlığının peşindeki insan, müdahil olabileceğini, hakkında konuşabileceğini göstermek için ciddi konular arar. Buldu mu uzaktan şöyle bir bakar. İşin aslını, astarını araştırmadan, kim yaldızlı sözler söylüyorsa, onun yanında yer almaya çalışır.

Not: Adi suç şebekelerinin, rant çetelerinin, terör örgütlerinin mensupları zaten Şeytan’ın askeridir. Bunları diğer yazılarımızda uzun uzadıya işledik. Ben burada, bazı insanların örgüt ya da rant çetesi mensubu olmadığı halde yine de hangi motivasyon ile Şeytan’ın askeri olmayı başardıklarını anlattığımı vurgulamak isterim.

İşte tüm bunların sonunda aşağıdaki denklem karşımıza çıkar:

Hak etmediği ilginin peşinde koşanın önemli her konu hakkında konuşmaya çalışması + “Başkalarına zarar vermeme diye bir kaygım yok ki, oturup da konunun gerçekliğini araştırayım” ahlaksızlığı + İnsanların kendisi hakkında “başkaları kötüyken o ne kadar iyi birisi veya ne kadar farklı konuşuyor” diye düşündürtme isteği = Şeytan’ın Yaldızlı Sözlerine Bakıp Taraf Olmak.

Şimdi örgüt mensuplarının bütün tuşlara basarak söylediği yaldızlı sözleri ve bu sözlerin büyüsüne kapılan örgüt dışı propagandacıları örneklerle anlatacağız ama önce, “Bir sözü yaldızlı yapan nedir?” sorusunu cevaplandıralım.

“Hadi tanımını yap, altını doludur” dediğinde, söyleyenin ne tanımını yapabileceği ne de altını doldurabileceği ve söyleyen ağızın da mutlaka suç işleyen birine ait olduğu sözlerdir. O sözlerin büyük bir kısmının tanımı yoktur, tanımının olduğu bir durum varsa bile söyleyen ile bir alakası yoktur.

Örneklerimize geçebiliriz artık.

Önce PKK ile başlayalım.

Şeytan PKK militanlarına, propagandasında şu yaldızlı sözleri söylemesini fısıldar:

Özgürlük savaşçılığı, işçi hakları savunuculuğu, asimilasyon ve soykırım süreçlerinden geçmiş bir halkın mücadelesi, ezilen ulus milliyetçiliği vs. vs. vs.

Konuşabileceği ciddi konu arayan şovmen, işte bu PKK konusu ile karşılaşır. PKK’nın katlettiği insanları gördüğünde, bu konunun ne kadar ciddi olduğunu anlar ve hızlıca konuya girebilmek için yaldızlı söz arayışına girer ve yaldızlı sözlerin terör örgütünden geldiğini görür. O da hemen PKK tarafından konuya atlar. Elbette aklından hiç şunları sormak, sorgulamak geçmez:

Özgürlük ne demek? Tanımı ne? Şu an özgür değil mi insanlar? Değilse neden? Neyi yapmak istiyorlar da neyi yapamıyorlar? İşçi hakları ne demek? Neden sen hiç işçi olmuyorsun da işçi hakları savunucusu oluyorsun? Asimilasyon ne demek? Sana kim ilgi gösterdi, önem verdi de asimilasyon dediğin şeyi yapmak için uğraştı? Önemini açıklar mısın? Soykırımdan ne kastediyorsun? Senin soyun ne? Soykırım oldu da sen nasıl hayatta kaldın? Ulus ne demek? Hangi ulustan bahsediyorsun? Tarihsel ve dilbilimsel olarak araştırmalarını yaptın mı ki bir ulustan bahsetmeye kalktın? Milliyetçilik ne demek? Hani sen milliyetçilik dediğin şeye karşıydın? Ne oldu milliyetçilikten bahseder oldun? Ezilen kelimesini neden kullanıyorsun? Ezilen dediğin zaman yıllar yılı karşı olduğunu iddia ettiğin milliyetçilik ifadesindeki çelişkini gidermiş mi oldun? … diye uzar gider cevapsız sorular.

Bunları hiç sorup sorgulayamaz dedik çünkü bunları sorabilmek dahi bir bilgi birikim ister. O olsaydı zaten yaldızlı lafların boşluğun gürültüsü olduğunu en baştan bilir ve o yola hiç girmezdi. Ama onun derdi, ciddi bir konuya girmek, onu da en dikkat çekici, en yaldızlı şekilde yapmak.

İlk örneğimizi özetlersek, “Acaba nasıl gireyim?” diye ciddi olduğunu anladığı konuya uzaktan bakıyor ve kimden yaldızlı sözler duyuyorsa o tarafa doğru meylediyor. Ve hayatın gerçeğinde kontrolsüz üreme ve cehaletten beslenen ve insanlara tarifsiz acılar yaşatmış bir adi suç şebekesi, ne yazık ki, bedavadan kendisini beslemeye çalışan bir akılsız daha bulmuş oluyor. Yani insanın, varlığını kabul ettirme, hak etmediği ilgiyi görme, farklı ve üstün olduğunu düşündürtme kısaca ilahlığa ulaşma çabası onu böylesi bir rezil, kepaze örgüte hizmetçi yapıyor. Hem de kimsenin zorlamasıyla değil, kendi kendisine yapıyor bunu.

Uzaktan bakıp, yaldızlı cümlelerin büyüsüne kapılıp kendini taraf etmeye bir başka örnek sokak köpekleri meselesi.

Bu sefer önce meselenin özünü anlatarak başlıyayım.

Konu şu:

Hepimizin bildiği gibi köpekler toprakta yetişmiyor. Eğer bir bölgede başıboş köpek sayısı anormal noktalara ulaşmışsa, zamanında köpek sahiplenmiş olanlar bunları sokağa atmaya başlamıştır ya da sahipli köpeğini ya da daha fenası köpeklerini belli aralıklarla sokağa salanlar vardır o bölgede. Ki bunu köpek önüne gelene saldırarak daha da vahşileşsin diye yapıyorlar. Köpekler de karınları acıkıp geri dönünceye kadar doğası gereği doğru bir şey yaptığını düşünerek karşısına kim çıkarsa, insan ya da başka hayvan saldırıp parçalamaya çalışıyorlar.

Burada birinci suçlu köpekleri eşya gibi sokağa atanlar ya da önüne gelene saldırsın diye sokağa salanlardır. İkinci suçlu sanki bir marifet yapıyormuş gibi bu tip köpekleri sokakta besleyenlerdir. Özel güvenlikli sitesinden arka mahalleye gidip evde kalmış yemeğini bunların önüne dökerek iyi insan oluyorlarmış. Üçüncü suçlu ise “Siz beslemeyin, biz besleriz. Hatta bakımlarını da anlaşmalı olduğumuz veterinerlere yaptırırız. Siz sadece para gönderin” diyerek para toplayanlardır. Hatta bu şekilde özellikle Avrupa Birliğinden fon alanlardır. Burada bazı veterinerlerin de aralarında olduğu büyük rant çeteleri vardır. Ve o rantın dönebilmesi için o köpekler sokakta olmak zorundadır.

Bu kadar suçlunun olduğu yerde sonuç: Parçalanmış bedenleri ile mezarda yatan insanlar özellikle çocuklar olmaktadır. Elbette sadece o kadar da değil. Çeteleşmiş köpeklerin parçaladığı kediler, sincaplar ve hatta diğer sahipli köpekler vs…

Yapılması gereken ne? Tehlike arz etsin etmesin sokak köpeklerinin tamamının toplatılmasıdır. Çünkü patilerinden şirinlik akıyor olsa bile sokakta başıboş köpek olmamalıdır. Çünkü sokaklar köpeklerin doğal yaşam alanı değildir. Köpekler sahibi ile birlikte vardır. Köpeğin doğal yaşam alanı sahibinin yanıdır.

Köpeklerin tamamını toplattıktan sonra ise önümüze iki yol çıkar. Ya bunları barınaklarda besleyeceğiz ya da itlaf edeceğiz. Eğer barınaklarda yaşatmaya devam edersek, öncelikle alfa köpekleri birbirinden ayırmamız gerekir ki birbirlerini parçalamasınlar. Bunun için çok ciddi bir alan ve o alanın bakımı ve kontrolü için de bir o kadar para gerekli. İkincisi ve daha önemlisi bu vejetaryen olmayan hayvanları yaşatmak için onları beslememiz gerekli. Onun için de bol miktarda bize lazım olan dana, koyun, kuzu, tavukları kesmemiz gereklidir. Çok ciddi iklim krizlerinin ve kontrolsüz üreme neticesinde gıda krizlerinin kapımızda olduğu bu zamanda öyle bir lüksümüz yoktur. Ki bu beslemeye harcayacağımız para da zaten o geniş alanların bakımı için gerekli paradan çok daha büyük olacaktır. Onun için bu yol ne akla ne mantığa sığmamaktadır. Kaldı ki insanlar haklı olarak “Bu ekonomik krizde benden izin aldın mı da benden alınan vergi ile başkalarının sokağa attığı köpeği besliyorsun. Üstelik otla da değil, etle yapıyorsun bunu” derse ne cevap vereceksin. Hayatın gerçeğinde “Tamam bunun için maaşımdan ben ölene kadar kesinti yapın” şeklinde yazılı beyanat verecek 100 kişi bile bulabileceğinizi sanmıyorum.

Tüm bunları göz önüne aldığımızda yapılması gereken: Tehlike arz etsin etmesin, köpeklerin tamamı toplatılmalı. 1 haftalık barınak süresinde sahiplenilmediyse, acı çektirmeden itlaf edilmelidir. Sahipli köpeklerin tamamı ise sahibi ile DNA eşleştirmesi yapılmalı ve hukuken, sahiplenmiş ailenin bireyi olmalı, sorumluluğunu aldığı köpeği sokağa atması durumunda kendi çocuğunu sokağa attığında ilgili kişiye ne ceza uygulanacaksa aynı ceza uygulanmalıdır. Saldırgan köpeklerin sahiplenilmesi de yasaklanmalıdır.

Yapılması gerekenin, akla ve hayatın gerçeklerine uygun olan yolun sahipsiz köpeğin barınakta en fazla 1 hafta bekletme ve daha sonra acı çektirmeden uyutma olduğunu ne güzel tane tane açıkladım değil mi? Hiç yaldızlı söz kullandım mı?

Fakat sanal kahramanımız bu konuda da rahat durmaz. Ne yaşatmak istediği köpekler ne de kendisi vejetaryen değilken ve bu köpekleri önce sahiplenip sonra sokağa atmışlara tek laf etmeyen o hali ile kalkar, “Sen nasıl cana kıyarsın” diye bodoslama konuya girer. Sen ve beslediğin köpekler yemek yerken nasıl cana kıyıyorsa öyle kıyıyorum güzel kardeşim. Tamam?

Hayal dünyasında aynı animasyon filmlerindeki gibi minnoş köpücükler vardır ve biz kötüler onları zevkten öldürmeye çalışıyoruzdur. O ise onları koruyan bir kahramandır artık, çünkü konuya uzaktan bakmış ve “onlar bizim can dostlarımız”, “katliamı kabul etmiyoruz” gibi dezenformasyondan ibaret yaldızlı, sinematografik cümleleri görmüş ve tercihini o taraftan yapmıştır. Ve bu konu üzerinden sağlam kazanç bulan rant çetelerine hizmete başlamıştır. Aynı PKK konusuna uzaktan bakıp “asimilasyon”, “ezilen halk”, “bir halkın özgürlük mücadelesi” gibi yaldızlı sözleri görüp “dur bu taraf üzerinden konuya gireyim” diyen kişi gibi, değil mi?

Hani “Neden Kafirler için Sonsuz Cehennem Var?” yazısında, “İyi de Neden Sınanıyoruz?” sorusuna,

“Muhtemelen bir pazarlığın, bir kabul edişin neticesinde sınanıyoruz. Su anda hatırlamadığımız bir yerde ve zamanda, bu sınanma sürecini kabul ettik. Şöyle olmuş olabilir: Bize cennetin kokusu hissettirildi, herkese de teker teker "eğer kabul edersen yaşadığın dönemde şöyle şeylerle karşılaşacaksın bunu yapmaman gerekecek" dendi. Biz de kabul ettik. Ve sınanmayı istedik. Yani istediğimiz için sınanıyoruz” diyerek bir cevap vermiştik ya...

Genişletirsek, belki de bize “Senin zamanında, PKK diye bir narko-terörist, işlemeyeceği suç kalmayacak, yalandan başka hiçbir şeyi olmayacak, cehalet ve kontrolsüz üremeden beslenecek, insanlara da tarifsiz acılar yaşatacak bir örgüt çıkacak. Buna yandaş olma, bunun hizmetçisi olmamayı başar, sonsuzluğu kazanacaksın” dendi. Sen de “Yahu böyle bir şeye nasıl taraf olurum. Birisi bana yumruk atmaya kalksa refleks olarak bile kendimi savunurum. Gidip de böyle bir şeye nasıl taraf olurum" diye düşündün ve "Kabul ediyorum” dedin. Ama onu bile başaramayan insanlar var. Düşünebiliyor musun? Bir yaşam hakkı verildi. Onunla da gitti kendi eliyle kendini PKK’ya hizmetçi etti. Bir yaşam hakkını böyle harcadı.

Sonsuz cehennemi ve onu hak edişi bu şekilde bakarak anlayabilecek olsak da aslında böyle değil.

Süreç tam tersinden işliyor. Sen kafirliği veya hayvani dürtülerinin izinde bir hayatı tercih ediyorsun, PKK ile yan yana gelme, ona fayda sağlama ümmetçilik gereği seni mutlaka buluyor. Çünkü adalet günü deterministiktir. (En doğrusunu Allah bilir). O zaman belki de sana: “Eğer kafirliği ya da hayvani dürtülerinin izinde olmayı tercih edersen, dolaylı davranışları da tercih edeceksin. Dolayısıyla insanlara çok büyük zarar verecek ya da veren örgütleri desteklemiş olacaksın. Bir yaşam hakkına bu kadar kötülüğü sığdıranın yeri de cehennemdir. Ona göre tercihini yap” dendi. Sen de “Tamam” deyip kabul ettin.

Biraz konudan çıkacağım ama şunu anlatmam gerekiyor: PKK ile el sıkışan kriminaller hayvani dürtülerinin izinde bir hayatı tercih etmiş olanlardır. 

Cehennem ehli, sadece kafirlerden oluşmaz. Kafirlerden ve kafir bile olmayı başaramamış el-hayvanattan oluşur. Varacakları yer aynı olsa da hayvani dürtülerinin liderliğinde bir hayatı tercih etmiş olanların kategorileri kafirlerden biraz daha farklıdır. (En doğrusunu Allah bilir). Onlar ehli keyif olup, el-hayvanat olup, hatta nefsani tatminler için suç işleyip, keyiflerinin bozulmasını da istemeyenlerdir. Suç işledikleri için de devlet mekanizmasından, yani yargılanma ve cezalandırma mekanizmasından kaçmaya çalışırlar. Onun için kalabalığı oluşturabilmeli ve diğer kriminallerle el sıkışmalıdırlar. Bu kaçınılmaz bir süreçtir.

Eğer böyle bir sürece ve bu süreci görüp de şaşıran insanlara şahit oluyorsanız, onların encodeum'da işlediğimiz konulardan henüz haberleri olmadığını anlayın. O zaman yıllar yılıdır uzun uzadıya anlattıklarımızın bir kısmını şimdi kısa kısa özetleyelim ki, buraları yeni fark edenlere önceki yazıları okumaya başladıklarında neler ile karşılaşacaklarına dair bir ön izleme olsun:

- Dünya tarihinde bugüne kadar ortaya konmuş hiçbir ideoloji yoktur.

- Dolayısıyla Dünya tarihinde bugüne kadar hiçbir zaman ideolojik bir siyasi parti kurulmamıştır. Dünya tarihinin ilk ideolojik siyasi partisi Devrim Dersleri serisinin sonunda kurulmuş olacaktır.

- Eğer ideoloji, diye bir şey olmuş olsaydı bile, kendisine ek cezalandırma hukuku yazamayacak hiç kimse dava adamı olamaz.

- İdeoloji ve ideolojik siyasi parti hiçbir zaman olmamışsa da faydalı olmaya çalışmış, adaleti tahsis etmeye çalışmış, devlet adamlığı göstermiş insanlar olmuştur.

- Onların var olmuş olması, insanları aldatmakta ve ne yazık ki, siyaset sahnesinde yer alan, yer aldığı için bedavadan karnı doyan ya da çıkarı neyse onu gerçekleştiren tabela partilerindeki vasıfsız, niteliksiz, cahil şovmenleri ya da heyecan arayan, hayatta hiçbir işe yaramamış bunamış insanları da insanlar bu kategori altında değerlendirebilmektedir. (Faydalı, bilge yaşlı insanlar üzerine alınmasın) Onun için de onların kepazeliklerini gördüklerinde “Siyasetiniz batsın” ya da buna benzer şeyler söyleyebilmektedir insanlar. Fakat bunu söyleyenler, “Kriminalden siyasetçi mi olur da siyasetiniz batsın gibi bir ifade kullanıyorum” diye kendi kendilerine bir düşünmeleri gerekmektedir. Ortada ne bir siyaset ne de bir siyasetçi vardır. Bu gerçekle yüzleşemezseniz, daha çok şaşırır ve gördükleriniz karşısında ne diyeceğinizi bilemezsiniz.

- Başkalarını kötü, kendisini iyi gösterme sürecine bir örnek vereyim böylece tabelalardaki cahil şovmenlerin yaşadığı süreci daha iyi anlayalım: Tutar birisi kendi kendine "Kürt" olduğunu iddia eder. "Olduğunu iddia ettiğin şeyi ispat et" dendiğinde ise hiçbir delil ortaya koyamaz. Ayıbıyla oturması gerekirken, üstüne kalkar, sorduğunda ne kimlik ne de kültür kelimelerinin tanımını dahi yapamayacak o haliyle, iddia ettiğini ispat edemeyişini, "yıllar yılı kimliğimiz(!) , kültürümüz(!) inkar edildi" yaldızlı sözü eşliğinde "inkar edilmek" diye isimlendirmeye çalışır. Bunu gören sanal kahramanımız da: "Hmm. Bu suç isnadını ve belli belirsiz bir düşmanı kabul edersem, başkalarının suç işleyen kötüler olarak gösterebilir, dolaylı yoldan kendimi de iyi gösterebilirim" diyerek konuya balıklama atlar ve kendisinin o kurgu suçu(!) işlemediğini göstermek için kurduğu cümlelerde "Kürt" sözcüğünü geçirmek için kendini zorlar. Üstüne el arttırıp örgütün yalanlarını da tekrarlamaya başlar. Tüm bu sürecin sonunda da kendisine verilen bir hayat şansını "örgüt propagandacısı" sıfatı ile tamamlamış olur. Büyük bir para döngüsü yüzünden varlığını devam ettirebilen tabelalar sayesinde gündemi işgal etme fırsatı yakalayan oraların cahil avamlarının yaşadığı süreç bundan ibarettir. (Bu yazdıklarım kendisinin "x-ist olduğunu" iddia edenler için de geçerlidir. Önce kendisinin x-ist olduğunu iddia eder. Tanım yap dediğinde yapamaz. Yapamayışını örtmek, konuyu gargaraya getirmek için inkar edilmekten, belli belirsiz düşmandan ve kurgu mağduriyetlerden bahseder. Bunu gören cahil tabela avamı da "Aha yeni bir fırsat deyip" yine konuya atlar. Ha bu arada, bu aralar çokça duyuyor ve "Woke kültürü" denilen şeyin ne olduğunu merak ediyorsanız, bu alt madde ile Woke kültürü denilen şeyi özetlediğimizi de söylemek isterim.) 

- Kafirlerin mücadelesi, ilahlığı içindir. Bu uğurda dolaylı davranışlarda bulunurlar. El-hayvanatın mücadelesi ise, doymak daha fazlasıyla doymak, bu uğurda suç işlediğinde ise -ki tamamı işler, işlememiş olan ise fırsat gelmediği için işlememiştir-, adalet ve cezalandırma mekanizmasından kaçmaktır. Tüm bunlar için makam sahibi olmaya, olmuşlarsa da makamını korumaya çalışırlar. Kafirlerin ve el-hayvanatın bir şeylerin mücadelesini ediyor gözükmeleri bundandır. Tek kırmızı çizgileri adalet ve cezalandırma mekanizmasından kaçmaktır. Mücadeleleri bu eksendedir. İşte, bunlar için "Siyasetiniz batsın" gibi bir ifade kullanırsanız, onların gizlemeye çalıştıkları şeyin üstüne bir örtü de siz çekersiniz.

- Niteliksiz, vasıfsız, söküğünü dikemez cahil şovmenlerden tutun da, şirketinin işlerini halletmek isteyen kimi insanlar ya da suç işleyerek ömür geçiren suçluların tamamı bu tabelalara girmek için uğraşırlar ve “kalabalığın dediği olur” yanlışının kurumsallaşmış hali kontrolsüz seçim sistemi yüzünden rahat rahat da girerler. Yanlış anlamayın, kontrollü seçim sistemi olsa da girerler. Tabelayı açanın bir ilkesi mi var ki de üye olanda ilke arayacak.

- Yaldızlı sözlere meyletme, parti tabelalarına hızlı bir giriş yapıp yer kapmaya çalışan ya da yer kapmayı başarmış ve bir de üstüne ne yazık ki mikrofon şansı verilmiş kişilerin neredeyse tamamında görünen bir davranıştır. Çünkü ilgili kişi hak etmediği ilgiyi, parayı, konumu, ayrıcalıkları istediği için tabelaya girmiştir ve cehaletini en hızlı bir şekilde örtebilmek için ukala taklidi yapmalıdır. Bunun için de aynı hızla yaldızlı sözlere meyleder. Nerede yaşıyor olursanız olsun, ülkenizde gördüğünüz terör örgütleri lehine ahmakça açıklama yapmak için kendini rezil kepaze eden tiplerin tamamının yaldızlı sözlere meyletme davranışlarının altında yatan şey işte bu bilinçaltı muhasebesidir. 

Peki gündemi zarar ziyan bir halde meşgul eden bu bomboş karakterler nasıl bu konuma geliyorlar?

Elbette ki böylesi birine gel tabelanın başına geç denirse, “Yok olmaz. Ben çok niteliksiz, vasıfsız, söküğünü dikemez biriyim. Ne işim olur. Aynı hepiniz gibi benim de bir iki çıkar hesabım vardı, ondan burada takılmaya başladım. Bana bulaşmayın.” demez.

İyi de tamamı böyle tiplerden oluşan tabelalar nasıl varlıklarını devam ettiriyorlar?

Çünkü siyasette dönmemesi gereken korkunç bir para tabelaların bulunduğu yerde dönüyor. Ve bu para ile birlikte tabelalar geniş bir kitle için ekmek kapısı haline geliyor. Bunun sonucu olarak da tabelada kim koltuk elde etmiş olursa olsun karşısında kendisini alkışlayan bir kitle mutlaka bulunuyor. Tabelanın başına da kim adam satın almayı iyi biliyorsa o ya da onun istediği geliyor. İnanın CV hazırlayıp iş başvurusunda bulunsa hiçbir yerden tek bir dönüş alamayacak tipler yıllar yılı gündemi meşgul ediyorlar. İşte o cahil, o yetersiz halleri ile bir konuma gelip de önlerine mikrofon konacağını anladıklarında "Vay canına, nasıl bir konuma geldim yahu. Neyse, dur cehaletim ortaya çıkmasın diye biraz şu yaldızlı sözlerden söyleyeyim. Sanki konuya hakimmişim hatta o kadar hakimmişim ki artık konuya farklı bir pencereden bakabiliyormuşum gibi gözüksün halim" diye düşünerek terör örgütleri lehine şuursuzca konuşmaya başlayanlar işte bunlardır.

- Ayrıca bu durum baştan sona kurgu bir terminoloji olan sağ sol uydurmasının da kalabalıklar nezdinde kabul görmesine sebep olur, ne yazık ki. Kalabalıklar yukarıda anlattığımız durumdaki avamlardan yaldızlı ve -ist’li -izm’li sözcükler duyar, “Şeytan’ın Dünya Düzeni: Woke Kültürü ya da Suça Teşvik” videosunda ne olduğunu bir örnek ile anlattığımız "avam senkronizasyonu" sonucunda ortada ideolojilerin olduğunu, yetmezmiş gibi üstüne bir de gündemi meşgul eden niteliksizlerin de ideoloji sahibi olduğunu düşünmeye başlar. Ve korkunç bir hataya imza atıp, konum elde edip cehaletini ukala taklidi ile örtme telaşındakilerin ezberden söylediği yaldızlı sözlere bakarak “Bunları söylemesinin nedeni şöyle bir ideolojisi sahibi olması” gibisinden yorumlar yapmaya başlar. Bunun sonucunda da tabelada konum elde etmiş avamın kendisi dahi, “Vay be, benim ideolojim varmış. Onun için bunları söylüyormuşum. Benim yanlış olduğumu söyleyen, benim karşımda olan bile benim basit bir avam olduğumu söylemiyor. İdeolojim olduğu için söylediğimi söylüyor.” diye derin cümleler kurduğuna inanmaya başlar. Defalarca açıkladığımız gibi bunlar ideoloji sahibi olmadığı gibi Dünya tarihinde ortaya konmuş hiçbir ideoloji de bulunmamaktadır. Bunların faaliyetleri sadece basit nefsani davranışlar üzerine kuruludur. Başka hiçbir derinliği yoktur. Şunu da not edeyim, bu durum kriminal el-hayvanatın durumundan biraz daha farklıdır. El-hayvanatta işlenilen adi suçlarla tatmin ve adalet mekanizmasından kaçış varken, burada şovmenlik üzerinden kendini tatmin bulunmaktadır. Ama aradaki çizgi keskin değildir. Bunların harmanlanması çok uzak bir ihtimal değildir.

- Suçlular tek millettir. El ele tutuştuklarında sadece bunu alenen ispatlamış olurlar. İstisnasız tamamı adaleti bozma niyetindedirler. Adaleti bozabilmek için verdikleri uğraşlarını, “af”, “barış” gibi yaldızlı kelimelerin arkasına saklamaya çalışırlar.

- İnsanların tamamını bu şekilde görmekte bir sakınca yoktur. Bu şekilde görmek iki noktada fayda sağlar. Birincisi adil bir cezalandırma hukuku hazırlarsınız. İkincisi ise kimseden bir beklentiniz olmaz mücadelenizde hayal kırıklığına uğramazsınız.

- İnsanları sevmeyin ama kötülerden de nefret edin. Örneğin bu fakirin motivasyonu budur. Kötülerden nefret ederim. Kimseden de beklenti içine girmem. Böylece ne ihanete ne de hayal kırıklığına uğrarım. -Ne kadar yapabiliyorsam- adi suç şebekeleriyle, rant çeteleriyle, terör örgütleriyle mücadelemi de yerine getirmiş olurum inşallah. Bu şekilde tavizsiz mücadele edenleri de desteklerim. Tüm bu sürecin sonunda, iyi insanlar da varsa, ki varlar, onlar beni, ben onları bulurum. Kötüye olan nefretin ve tavizsiz mücadelen iyi insanları bulmanı, iyi insanların da seni bulmasını sağlayacaktır, merak etme.

Bazen canın sıkılır, hayal kırıklığı yaşarsın. Kötü örnekler görüp "Değer mi bu insanlar için? Bu insanlar için mi uğraşıyorum?" dersin. Elbette değecek bir dolu insan var ama bir kişi bile olmasa, senin motivasyonunun kaynağı kötüler olsun. Ne zaman hayal kırıklığı hissedersen bunu hatırla: İnsanları sevmek zorunda değilsin ama kötülerden nefret etmek ve onları etkisiz hale getirmek zorundasın. Ve kaldığın yerden devam et.

13 Ekim 2024 Pazar

Neden Kafirler İçin Sonsuz Cehennem Var?

Başlığı okuduğunda, "Ben kafir değilim. Benle alakalı değilmiş konu." diye bir düşünce geldiyse, okumaya devam et. 

Bu yazının yazım süreci şöyle oldu. Woke kültürü ya da SJW denilen şeyin bir düşüncenin değil "başkasını kötü gösterme" iç güdüsünün sonucu olduğuna dair biraz bir şeyler yazayım dedim. Baktım baya bir yazacağım. Dedim bir başlık belirleyeyim ki sınır çekmiş olayım. Yoksa “Devrim Dersleri – 4: Dinin Temelleri” dersine bir şey bırakmayacağım. Önce “Başkasını Kötü Göstererek Yücelmeye Çalışma” olsun dedim başlığı. Yeterli bulmadım, vazgeçtim. “Zarar Vererek İlgi Çekmek” dedim. Biraz basit kaldığını hissettim, bundan da vazgeçtim. “Suç Şebekelerine Anlama Yüklemek” desem… Yok bu da olmaz. Sonra “Özür Dilerim Senden encodeum Kardeşim” diye hafif ironik, mizahi bir başlık olsun dedim. Bu da yazı için hafif kaldı. Belirlediğim hiçbir başlık içime sinmiyor. Bir şeyler yazmak istiyorum ama ne yazının adını koyabiliyorum ne de sınır çizebiliyorum. 

Devrim Dersleri – 4’ü baştan sona anlatmak zorunda kalabilirim diye acaba vaz mı geçsem dedim. Sonra Devrim Dersi – 4’ün “Küfür” alt başlığını kısmen anlatabileceğimi fark ettim. Hem Devrim Dersi – 4 için de bir ön hazırlık olur dedim. Devrim Dersleri – 4’ün “Küfür” alt başlığını kısmen anlatabileceğimi fark etmemin nedeni, o alt başlığın, insanlık tarihinin en zor 3 sorusundan birinin cevabını vermeye çalışıyor olmasından kaynaklıdır. O soru da başlıkta da okuduğunuz gibi “Neden Sonsuz Cehennem Var?” sorusudur. Azap, cehennem kavramlarını anlamak, Kafirliğin ne olduğunu anlamaktan geçmektedir. Ancak kafirliğin ne olduğunu anladığında, o sorunun cevabını anlamaya başlıyorsun. Zaten yazıp da beğenmediğim o başlıkların hepsi aslında Kafirlik kavramı ile alakalı başlıklardı. Yani aslında kafirliği anlatmaya çalışıyormuşum ama adını koymakta zorlanıyormuşum. Dolaylı olarak anlatmaktansa, doğrudan başlığını atıp anlatayım dedim. Bu yazı çıktı.

Bahsettiğim diğer iki soru ise şunlar: 

1. Neden Yaratıldık?

2. Neden Sınanıyoruz?

Bu ikisini cevaplandırmak çok zor. Cevaplandırsak bile, cevapları anlamak bir o kadar zor.

Birinci sorunun cevabı için şunu söyleyebilirim ki, Kitaplı Dinlerin bize aktardığına göre, insanoğlunun yaratılışının gerçekleşeceğini öğrenen uhrevi varlıklar olan melekler bile bunu anlayamamış ve “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın” diye sormuş. Bunun üzerine “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” denilerek onların dahi anlayamayacağı bildirilmiş. Fakat biz yine de bu soruya cevap olması için, 2007 yılında “Neden Yaratıldık Sorusuna Allah'ın İsimleri Üzerinden Bir Cevap” isimli bir yazı yazmıştık. Bakabilirsiniz. Aslında cevaptan ziyade neden anlayamayacağımızı anlamak bağlamındaydı o yazı.

İkinci sorunun cevabına gelirsek, üçüncü soruyu cevaplamaya çalışacağımız bu yazı içinde bir şeyler söyleyeceğiz.

Üçüncü soruya, “Neden sonsuz azap var?” sorusunun cevabına gelirsek… İşte bunu cevaplayabilir ve anlayabiliriz. Ya da en azından bunu cevaplamak ve anlamak diğerlerine göre daha kolaydır diyelim. Dediğim gibi bunun cevabını anlamak kafirliğin ne olduğunu anlamaktan geçmektedir. Onun için Kafirlik konusunu tekrardan derinlemesine inceleyeceğiz. Tekrardan dedim çünkü 2015 yılında yayınladığımız “Kâfir Olmak Nedir?” yazısında kafirlik konusunu kavramsal olarak işlemiştik. Şimdi kafir olmanın insanda ne tip davranışlar ortaya çıkardığını ve bunların ne boyutta zarar verdiğini anlatalım. Anlatalım ki, kısacık ömrüne bu derece zarar ziyan olmayı sığdıran, zarar ziyan olmak için bu derece uğraşan insanı layıkıyla anlayabilelim ve bunun sonucu olarak da sonsuz cehennem konusunun cevabı zihnimizde belirmeye başlasın.

Hadi başlayalım…

Kitaplı dinlerin bize öğrettiği, kulun Yaratıcıya doğru, “Yaratıcı vardır ve tektir” diye yönelmesi gerektiğidir. Bunun aynısını insan da ister. Diğer insanların kendisine, “Sen varsın. Sen farklısın. Sen herkesten üstünsün. Sen teksin” diye yönelmesini yani kendisine ibadet etmesini ister. İşte insan bu şekilde ilahlığa ulaşmaya çalışır. Kafirliğini gerçekleştirir.

Buraya dikkat: Farklı olma, üstün olma elbette vardır. Bu da “faydalı olma” isteğinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Yani farklı, üstün olmayı isteyerek farklı ya da üstün olamazsınız. Bu niyette olanda farklı olmayı sağlayacak keşifler, davranışlar beliremez. Üstüne bir de üstün, farklı olduğunuzu kabul ettirebilmek için gider insanlara ıstırap olursunuz.

Peki, ıstırap olma, bu yoldaki insanların “Bana Tanrı de. Bana secde et” diye zorlamasıyla mı ortaya çıkar? Keşke öyle deyip bıraksa. Ama “ne yazık ki” kimse o kadar aptal değil. “Ne yazık ki” diyorum çünkü nefsinin kölesi olmuş ve ilah olma yoluna girmiş insan, doğrudan, dürüst bir şekilde “Ben ilahım” dese, işi bitirecek, konuyu hiç uzatmayacak, kimseye de ıstırap olmayacaktır. Ama insan bunun itici olacağını bildiğinden çeşitli dolaylı davranışlar ile üstünlük yarışında öne geçmeye çalışır. İşte ıstırap olma bu dolaylı davranışların neticesinde ortaya çıkar. İşte kafirliğin kötü olması bundandır. Bu konu dinler tarihinde hep eksik anlaşılmıştır. Günümüz dünyasında da, kendisini ateist olarak anan insanların ortaya çıkması ile konu iyice sapmış kafirliğin kendisine “ateist” demek olduğu zannedilmeye başlanmıştır. Bunların hepsi yanlıştır. Bu yanılgının oluşmasındaki birinci neden, genelde kitaplı dinleri mantıklı bulmayan özellikle rivayet kısımlarını doğru bulmayan, ki herkes o rivayetlerle sıkıntı yaşıyor zaten, insanların kendisine ateist demesinde kaynaklanır ki, bu tamamen yanlış bir kullanımdır. Ateist değilsiniz arkadaşlar. Tanımı gereği şu anda dünyada ateist yoktur, isteseniz de olamazsınız. Çünkü ateizm, canlılığın evrenin çalışma mekanizmasının sonucu olarak rastlantısal olaylar neticesinde ortaya çıktığını söylemedir. Ama bugüne kadar evrenin çalışma mekanizmasının canlılığı ortaya çıkarabileceğini ve bu noktaya getirebileceğini tatminkâr bir şekilde açıklayan bir çalışma ortaya konmuş değildir. Bir gün böyle bir açıklama yapılırsa, hepimiz ateist oluruz. Ama şu anda böyle bir durum söz konusu değildir. Onun için, kendisini ateist olarak anan arkadaşlar, rahat olun ateist falan değilsiniz. Sadece kitaplı dinler ile, özellikle kitaplı din müfredatının “rivayetler” kısmı ile sorun yaşıyorsunuz, bu kadar. Bu kafir olmak dahi değildir. Siz kendinize ateist dediğiniz için size kafir deniyor ve bunun sonucunda da “Eğer ateist değilsem, kafir değilim. Kafir değilsem de Müslümanım” düz mantığına ulaşıyor insanlar. Böylece kafirlik konusunu da hiç düşünmüyorlar. Oysa ki birçok sorunun cevabı Kafirlik konusunu anlamaktan geçer.

Peki o zaman nedir bu kafirlik?

“Kendinden başka büyük kabul etmemektir”. Biraz daha genişletirsek: Kafirlik, kendinden başka büyük kabul etmeme ve bu uğurda başkalarına ıstırap olmaktır. Yani kitaplı dinleri kabul etmediğini ya da canlılığın evredeki mekanizmanın sonucu olarak ortaya çıktığını düşünme ile alakalı bir konu değildir. Kafirlik asıl olarak ilahlığa ulaşma üzerine kurulu, Şirk ise, başkası üzerinden ilahlığa ulaşma üzerine kuruludur. Eğer sorulara cevap bulabilmek için kafirliği anlamamız şartsa, bunun için ilahlığa ulaşmak için sergilenen dolaylı davranışları kategorize edip açıklamamız şarttır. O zaman şimdi, üstünlüğü hissedebilmek için sergilenen bu dolaylı davranışları, 

1. Kıskançlık

2. Başkasının Başarısızlığı ile Avunma

3. Küçük Düşme Korkusu

4. Başkasını Kötü Gösterme

5. Kötülere Liderlik Etme

6. Şeytan'ın Yaldızlı Sözlerine Bakıp Taraf Olmak (Bir sonraki yazının konusu)

olmak üzere altı alt başlıkta toplayıp, günlük hayattan örnekler vererek teker teker açıklamaya çalışalım. Bu şekilde, bu dolaylı davranışlara bakarak hem kafir olmanın neden kötü olduğunu, hem de kafir olup olmadığımızı anlayabiliriz. 

1. Kıskançlık

Kıskançlık konusu hemen herkesin malumu... Onun için çok bir şey söylemeye gerek yok. Sadece şunu eklemek isterim: Farklı olmayı, üstün olmayı istemenin ilahlığa ulaşma isteği olduğunu söyledik. Ama burada kastettiğimiz bireyin; farklı, özel, üstün, tek olduğunun başkaları tarafından düşünülmesini istiyor olmasıdır. Konu bu konumu istiyor olmak ile alakalıdır. Yoksa hayatta gerçekten farklı ve üstün insanlar elbette vardır. Fakat bunların hiç birisi bu niyetle hareket ederek o konuma ulaşmamıştır. Fedakarlıkları ile ulaşmışlardır. Yani farklı, üstün olma, bu niyette olma ile erişilemeyen bir durumdur. İşte gerçekten farklı, üstün olan insanlara zarar vermek kıskançlık içgüdüsünün bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır bunu isteyip de hiçbir fedakarlık yapmayan insanlarda. Onun için kıskançlık içgüdüsü, ilahlığa ulaşma niyetinde olup da doğal olarak başaramayanların, bunu başaran fedakar insanlara zarar vermelerini sağlayan en temel içgüdüdür. Bu şekilde o insanlara erişmiş oluyormuş sanıyorum. 

2. Başkasının Başarısızlığı ile Avunma

Başkasının başarısızlığı ile avunarak insanların başkalarına nasıl ayıp ettiklerini, nasıl zarar verdiklerini daha önceki bir yazımızda işlemiştik: Cehenneme Karşı Cesur Olmak. Okuyabilirsiniz. Ayrıca şunu da not edeyim: Dedikodu davranışı bu, başkasının başarısızlığı ile avunma davranışının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

3. Küçük Düşme Korkusu

Küçük düşme korkusu ve alt davranışını, Devrim Dersleri – 4’te detaylı bir şekilde anlatacak olsak da yine de burada, olmayan suçların suçluluk duygusunu yaşayarak kandırılmış insanlar üzerinden bir örnek vermek isterim. Kandırılmanın sonucu olarak kendilerine “Irkçı”, “Neonazi” gibi alçakça sıfatların takılmasından, bu şekilde kötü gözükmekten korktukları için anormal davranışlarda bulunabilmektedir bu korkuyu yaşayan insanlar. Örneğin yeni film trendlerinde hiç alakasız yerlerde siyah insanların oynatılması, ya da olmayacak roller için bayanların oynatılması gibi. Ya da bunun daha ilerisi bazı ahmakların yolda yürüyen alelade siyah bir insana secde etmeye kalkması gibi. (Bu genelde Amerika'da falan olur) Bu şekilde kendilerinin “ırkçı” olmadıklarını, “seksist” (ne demekse) olmadıklarını ve iyi insanlar olduklarını düşündürteceklermiş. Şaka gibi. Küçük düşmesin diye kendini yerin dibine sokması…

Bu davranışı sergileyen insanlar kandırılmış, yadırgayanın yadırgamasından korkan ne yazık ki farkında olmadan bizzat kendileri ayrımcılığı destekleyen ve bu tip söylemleri kendilerine kalkan yapmış suç çetelerini de cesaretlendiren insanlardır. Suç çetelerinin işledikleri bütün suçlara da ortak olmaktadırlar.

4. Başkasını Kötü Gösterme

Üreteceği fayda ile, zararsız yaşama ile üstün ve övgüye değer bir insan olacakken, bunu yapmayıp, ama yine de kendisinin iyi olduğunu düşündürtmeye çalışanların başkalarını kötü gösterme yoluna girmesi neredeyse kaçınılmaz bir süreçtir. Çünkü burada da az önce açıkladığımız gibi "istiyor olmanın elde etmeye engel olduğu bir mekanizma" vardır. O da övülme isteğinin peşinde koşan insanların öyle pek de övülecek şeyler yapamıyor oldukları gerçeğidir. Onun için başkalarını hedef alarak, övgüye, itibara ulaşmaya çalışırlar. Yoksa övülecek çalışmalar ortaya koyabilmiş insanlar zaten bu yola girmemiş insanlardır. 

Faydalı olma ile bu noktaya gelemeyip ama bunu elde etmeye çalışan insanlar, bu uğurda, kolay yoldan övgüsünü kazanabileceği insanları arar. Onlar da çoğunlukla suç şebekelerinin mensupları, başı belada olan insanlar olurlar. Ne ilginçtir o insanların da kendilerini masumlaştırmak için ortaya sürdükleri iddiaları hep farklı olma üzerine kuruludur.

Onun için önce farklılık iddialarının tamamını şartsız kabul etmelidir sanal kahramanımız. Hatta bizzat kendisi bile farklılık icat eder. Tam bu noktada bir “kötüye” ihtiyacı vardır. Onun için de belli belirsiz bir kötü, bir düşman yaratmaya çalışır. Bunun için de farklı olduklarını iddia ettiklerini bile hayrette bırakacak hiç yaşanmamış duygusal hikayeler anlatır. Farklılıklarının başkaları tarafından kabul edilmediğini, hatta farklı oldukları için zulüm gördükleri iddialarını kabul eder, böyle bir iddiaları yoksa bile onlar için, hedef kitlesini bile şaşırtacak abuk sabuk hikayeler eşliğinde bunları uydurur. Onlar için duygusallık kasar. 

+ “Senden özür diliyorum siyah kardeşim”

- Siyahlardan özür mü diliyorsun? Hayırdır, ne oldu şimdi?

+ “Bir şey olmadı. Zamanında siyah insanlara karşı ırkçılık yapılmış. Ondan özür diliyorum.”

- Evet, gerçekten siyah diye bir ırk var ve doğru, zamanında yapılmış. Ama yapan ölmüş, yapılan ölmüş. Sana ne oluyor yahu? İyi misin?

+ “İyiyim, iyiyim. Çok iyiyim. Hem özür dileme muhabbeti ile iyi insan görüntüsü verdim, hem de ırkçılık gibi konulara girerek ciddi konulara müdahil olabilen insan görüntüsü verdim. Ben iyi olmayacağım da kim olacak! Bak sen de bu sözümden dolayı bana cevap verdin. Böylece ilgi odağı oldum. Tahrik olacağını ve bir şeyler söyleyeceğini de biliyordum zaten. Ben iyi oldum sense kötü.”

+ “Senden özür diliyoruz Ermeni kardeşim.”

- Oğlum yine mi sen! Bu sefer niye özür diliyorsun?

+ “Zamanında Ermenilere soykırım yapılmış, ondan özür diliyorum”

- Bu, bir önceki gibi de değil. Evet gerçekten tarihsel olarak Ermeni diye isimlendirilebilecek bir etnik kimlik var ama onlara soykırım yapıldığından emin misin? Tarih tezlerini karşılaştırmalı olarak okudun, olayların kronolojik sırasını dikkate alarak yaşanan olayları inceledin de mi böyle bir olay yaşandığı kanısına vardın ve özür dilemeye kalktın? Kaldı ki böyle bir olay yaşanmış olsa bile taraflar ölmüş konu kapanmış sana ne oluyor? Hepsini geçtim sen kimden izin aldın da kimin adına konuşuyorsun? 

+ “Söylediklerinin hiçbirisini yapmadım ama yine de özür diliyorum. Çatla patla. Özür dilmek bana olgun insan, erdemli insan görüntüsü katarken, tarihsel olaylar hakkında özür dilediğim için de sanki önemli biriymişim gibi oluyor. Bir de üstüne kalabalıklar adına konuşabilen lider insan görüntüsü vermiş oluyorum. Ondan devamlı özür diliyorum. Süper.”

- Sen önce izinsiz benim adıma konuştuğun için gel benden özür dile. Gerçekten özür dilemek zorunda olduğun kişi tam karşında duruyor. 

+ “Yok ben öyle gerçekten müdahil olduğum gerçek olaylar hakkında konuşmam. Gündemim hiç alakamım olmadığı konulardır.”

- Söyledin ama ben yine de bir şey soracağım. Bu kadar özür dileyen, hem de üzerine vazife olmayan konularda özür dileyen sen, hiç hayatında gerçekten özür diledin mi? Günlük hayatta gerçekten müdahil olduğun bir konuda, bir tartışmanın sonunda, haksız olduğunu, haksızlık yaptığını kabul edip özür diledin mi gerçekten?

+ “Hmm. Yok. Galiba hiç yapmadım. Ama bu tip tarihi, doğrudan bir alakamın olmadığı, üzerime vazife olmayan konularda özür dileyen insan görüntüsü vermek çok zevkli. Dediğim gibi, hem ciddi konular hakkında konuşabilen, ciddi konulara müdahil olabilen insan görüntüsü veriyorum hem özür dileyebilen erdemli insan görüntüsü veriyorum hem de kalabalıklar adına konuşabilen lider insan görüntüsü veriyorum. Bu şekilde de bir ton ilgi çekiyorum.”

- Aferin sana. Ama şu var: soykırım gibi bir konu için özür dilenmez. Ceza çekilir. Soykırım yaptığını söylüyorsan, beyanını delil olarak alalım, seni kısas edip, mal varlığını da bahsettiğin kişilere bağışlayalım. Tamam mı?

- “Yok o kadar da değil. Ciddiye bindirmeyelim lütfen. Şovumu yapıp gidicem.”

+ Ne oldu, yemedi mi? Samimiymişsin gibi gözükmek için “Yaptığımız için” diyordun bir de. Ama, samimi gözükmek ister misin? Sana kolayını söyleyeyim. Önce mal varlığını bahsettiğin kişilere bağışla ondan sonra da intihar et. Biz de “vay be adam hakikaten samimiymiş” diyelim. Tabi cehaletinde. Ama yine de “samimiymiş” sözünü söyleyeceğiz. Tamam? Yapar mısın bunu?

+ “Hazırsanız yeni özür geliyor.”

- Yine başlıyoruz. Hayırdır, bu sefer kimden özür diliyorsun?

+ “Kürt kardeşimden... Senden özür diliyorum Kürt kardeşim”

- Ne! Kürt kardeşinden mi?! Bu da ikincisinden daha fena. Yandık. Neyse, şunu sorayım: Bir insanın Kürt olup olmadığını nasıl anlıyorsun da özür diliyorsun?

+ “Hmm. Bilmem. Daha önce hiç düşünmedim. Ama yine de özür diliyorum.”

- Kötü bir haberim var. Özür dileme faslına geçmeden önce bu sefer daha uzun bir yolun var önünde. Önce tarihsel olarak Kürt diye isimlendirilebilecek bir etnik kimliğin, dilbilimsel olarak Kürtçe diye isimlendirilebilecek dilin varlığını ispatlaman gerekiyor. Daha sonra tarihte yaşanmış hangi olayın Kürt olma durumu ile bağlantılı olduğunu ispatlaman gerekiyor. Hadi bunların hepsini yaptın diyelim. En sonunda da yine bunun günümüzde yaşayan insanlarla ne gibi bağlantısı olduğunu anlatabilmen gerekiyor. Bunların hepsine hazırlıklısın değil mi?

+ “Yok değilim. Ama zaten ben o konulara hiç girmiyorum. Sadece ortada bir kötülük olduğu iması ile başkalarının kötü, özür dileme numarası ile de kendimin iyi olduğunu göstermeye çalışıyorum. Dediğim gibi bu davranışı bu konular üzerinden yaptığımda da aynı zamanda önemli konular hakkında konuşabilen, hatta önemli konularda başkaları adına konuşabilen insan görüntüsü de vermiş oluyorum. Üstelik bunların hepsi bana farklı olma görüntüsü de katmış oluyor. Bir taşla sayısız kuş vuruyorum.”

- Aferin sana.

Tarihte yaşanmış olaylarda taraflar ölmüşse, konu kapanır. Dolayısıyla örneğin yüzyıllar önce yaşanmış, gerçekten siyah insanlara karşı yapılmış ayrımcılık bile bugün hiç kimseye mal edilemeyecekken, bir de Türkiye gibi ülkelerde, olmayan farklılık iddiaları üzerine oturmuş kurgu mağduriyetlerle uğraşılmaktadır. Yahu ne kurgu mağduriyeti! Sadece tarihsel dezenformasyon değil, aynı zamanda bir terör örgütüne tarih çıksın diye, işlenmiş suçların neticesinde uygulanan cezaları, “doğuştan gelen özelliği sebebi ile zulüm görme” adı ile pazarlamaya çalıştıklarını bile görüyoruz. Tabi bu uğurda, yaşanmış olayların kronolojik sırasını değiştirip üstüne bir de olmayan farklılık iddialarına kalkıp, o olmayan farklılıklarının da hedef alındığını iddia etmeye çalışıyorlar. Ultra Premium Yüzsüzlük.  Yüzsüzlük The Supreme. Yüzsüzlük Eau De Parfum Intense. 

İster tarihte gerçekten yaşanmış zulümleri günümüze mal ederek, isterse tarihte yaşandığı bile yalan olaylar ve olmayan farklılık iddiaları ile günümüzdeki insanları sindirme çabası olsun… Bu sürece dahil olan insanların temel motivasyonları üstünlük yarışlarında öne geçmek için başkalarının kötü olduğunu dolayısıyla kendilerinin iyi olduğunu düşündürtme çabasıdır. Woke kültürü ya da sjw denilen şeyin üzerine oturduğu içgüdü işte budur. Woke kültürü ya da sjw denilen şey herhangi bir düşünceye değil "başkasını kötü göstererek, kendini yükseltme" davranışına dayanmaktadır. 

Onun için ayrımcılıktan bahsedip, sabah akşam ayrımcılığın en âlâsını yaparlar. Örneğin siyahlara karşı ırkçılık yaptılar söylemi, abarta abarta, siyah ırkçılığına evrilir. Bu abartılardan cesaret alan kimi insanlar da normalde hiç yapmayacakken suç işlemeye başlar. Yani yaptıkları tek şey ilahlığa ulaşacağım diye koca koca veballere ortak olmaktır. Bu kadar.

- “Gördünüz mü ben ırkçılık yapmıyorum”

+ Birincisi, istesen de yapamazsın zaten. Git ırkın ne olduğunu öğren. İkincisi, sen yapmıyorsun o zaman başkası yapıyor öyle mi?

- “Evet ben iyiyim. Başkaları da kötü. O kadar. Özür dileme muhabbeti ile de bunu göstermiş oluyorum. Sizden farklıyım ben.”

Bunun bir önceki davranış olan Küçük Düşme Korkusunda farkı, onda kandırılmışlık varken burada kandırılmaktan ziyade başkalarını doğrudan hedef alma durumu var.

Not: Biz burada bu davranışı açıklamak için, örgütlenmiş insanlar üzerinden kitleleri ilgilendiren daha kompleks örnekler verdik ama elbette başkasını kötü göstererek kendisinin iyi olduğunu düşündürtme davranışını işyerinizdeki iş arkadaşınızdan, okulunuzdaki arkadaşınızdan da ya da belki ailenizdeki birinden bile görebilirsiniz. Ya da siz de yapıyor olabilirsiniz bunu. Yani bireysel olarak da bol miktarda muhatap olunan bir davranıştır bu. Sadece suç şebekelerinin kahramanı olmayan çalışanlarda gözüken bir şey değil. Ayrıca bu davranışta iftiranın işin içine girmesi de çok olasıdır.

5. Kötülere Liderlik Etme

Bu davranış üstünlük yarışındaki doruk noktadır. Lider olmanın nesi kötü derseniz. Bunun kötü olduğu durum liderlik yapılmaya çalışılan insanların kötü olduğu durumlardır. Çünkü bir topluluğun lideri o topluluğa en fazla hizmet edendir. Onun için iyilere liderlik çok fazla iyilikten, kötülere liderlik ise çok fazla kötülükten geçmektedir.

Bilimsel ve teknik konulardan tut da suç şebekeleri ve onların yalanları ile mücadeleye kadar eğer faydalı, yararlı şeyler ortaya koyamıyor da yine lider olmak istiyorsan eninde sonunda suç şebekeleri ile yolun kesişecektir. Çünkü lider olmayı istemek ile fayda üretmek aynı yerde olamaz. Sen bilimsel, teknik konulardan tut da suç şebekeleri ile mücadeleye kadar fayda üretmeye başlarsan, liderlik seni istemesen de bulur. Ve bu çok güzel bir şeydir. Dünyada ulaşılacak en güzel makamdır, iyi insanlara, fayda üreterek liderlik etmek. Bilimsel, teknik konulardan tut da suç şebekeleri ile mücadeleye kadar dedim ya, bir örnek vermek istiyorum: Eğer Cezalandırmada Adaleti tahsis edersen, masumları korur suçluları etkisiz hale getirirsin. Bunun için cezalandırma hukuku hazırlamak için canla başla çalışırsın. Yadırgayanın yadırgamasın korkmaz ve cezalandırmada adaleti tahsis edersin. Ve lider olursun. Ama bu zor gelirse, tam tersini yapar cezaevlerini gezip cezaevlerini iyileştirmekten bahsedersin ve bu sefer cezaevlerindeki katilin, tecavüzcünün, hırsızın kahramanı, lideri olursun. Gördün mü yine lider oldun! Ama ne kötü bir liderlik. Lider olmayı istedin, niyetin sadece lider olmaktı ve kötülere lider olmak seni buldu. Dünyada düşülecek en kötü makama düştün.

Hatta bunun bir adım ötesi, bu şekilde sanal kahramanlık hayali içinde yaşayan bazılarının işi daha da abartıp hapishanelerin önüne gidip “Hadi ülkem affedelim suçluları” dediğini de görebilirsiniz. 

Sana ne yahu? Sen kimsin de bu konuya giriyorsun? 

Affedecek olan “ülke” değildir ki. Mezarda yatan, katilinin affedilmesini istiyor mu? Kızı tecavüze uğrayan ebeveyn tecavüzcünün affedilmesini istiyor mu da konuşuyorsun? Sen kimsin? Bu şekilde konuşarak ciddi konular hakkında konuşabilen insan görüntüsü mü vermeye çalışıyorsun? Ya da bir itibarın, bir hatırın var da varlığınla bir şeylere insanları ikna edebileceğin görüntüsünü mü vermeye çalışıyorsun? Hepsini geçtim hayatın gerçeğinde canı en ufacık yandığında, bir anda gözü dönmüş bir şekilde, “öldürürüm, yakarım yıkarım, kökünü kuruturum” diyen sen değil misin de bu konularda başkaları adına konuşuyorsun. 

“Tamam birisi seni öldürür ya da bir yakınına tecavüz ederse söz veriyorum affedeceğim” derse birisi ne diyeceksin? Nasıl ki bir önceki yazıda bireyler kendileri hakkında ek cezalandırma hukuku yazabilir olsun demiştik, şimdi de bireyler kendilerine karşı işlenen suçlar için affedilme yazabilsin dersek ortadan kaybolmayacak mısın? “Biri beni öldürürse, ona hiçbir şey yapılmasın” ya da “biri bir yakınıma tecavüz ederse, ona hiçbir şey yapılmasın.” şeklinde yazılı bir güvence verecek misin? Affedecek misin? 

Bir şey dikkatinizi çekti mi? Hayatını bu şekilde zarar ziyan olarak yaşayan bu cahil şovmenlerin özür diledikleri konulardan, affedilme istedikleri konulara kadar müdahil oldukları konuların tamamı başkalarını ilgilendiren konulardır. Kendi hayatlarında gerçekliği olan hiçbir konuda ne bir özür ne bir affetme hiçbir şey yoktur.

Bu beşinci davranışta ne kandırılma ne başkalarını kötü gösterme ne de hedef alma vardır. Üstünlüğü en tepede yaşamaya çalışma vardır.

Mesela az önce ne tarihsel olarak ne dilbilimsel olarak varlığı ispatlanamayan sözde etnik kimlik ve dillerden bahsettim ya… Bunu gören ucuz kahramanımız, fırsat bu fırsat deyip: “Kürtler vardır. Kürt kardeşlerime sesleniyorum. Sizleri seviyorum. Sizleri reddedenleri lanetliyorum. Kürtleri inkâr ederek bu sorunları çözemezsiniz.” Minvalinden konuya girer. Ben de merakla sorarım:

- Neyi inkâr ediyorum?

+ Kürtleri ve Kürt sorununu…

- Neye göre Kürt’sün. Delilin ne?

+ İşte inkâr ediyorsun. Bu sorunu inkâr ederek çözemezsin.

- Evladım neyi inkâr ediyorum?

+ Kürtleri ve Kürt sorununu…

- Neye göre Kürt’sün. Delilin ne?

- İşte inkâr ediyorsun. Bu sorunu inkâr ederek çözemezsin.

Şeklinde bir bakmışsın sonsuz döngüye girmişiz.

Adam iddia ettiği şeyleri ispat edemeyişini, inkâr edilmek olarak sunmaya çalışıyor. Yüzsüzlük Eau de Parfum Intense demiştim değil mi az önce. Bir de sıkıştıkları yerde, samimiymiş görüntüsü verebilmek için “Ben Kürt değilim ve ona rağmen onların hakkını savunuyorum” falan diyenler oluyor. Yine aynı soruyu soralım.

Neye göre Kürt değilsin? Delilin ne?

Burada bir beklenti vardır. Mağdur rolü oynayanların kendisini kahramanları, liderleri olarak görmesini bekler. Hatta o beklentisi tatmin olsun diye bizzat kendisi ilgili şahıslar adına, onları bile hayrette bırakacak mağduriyet hikayeleri anlatır. 

Ucuz kahramanlığın bir başka versiyonu ise kurgu sorunları çözen, ciddi konularla ilgilenen biriymiş gibi gözükmeye çalışan kurgu kahramandır. Bunlar her türden "farklı insanlar var ve aralarında sorun var iddiasına" hiç düşünmeden araştırmadan atlarlar. Çünkü o, bu tip karşı karşıya gelen insanların, üst perdeden müdahaleyle aralarını bulacakmış.

Kavga eden taraflara abi edasıyla üst perdeden bakan ve konuya zaten hâkim edasıyla, çocukları barıştıran bir abi görüntüsü verme çabasından bahsediyorum. Bu şovmenlerin cümlelerinin içinde “Solcular ve Sağcılar”, “Sosyalistler ve Kapitalistler”, “Türkler ve Kürtler”, “Sünniler ve Aleviler”, “Zenginler ve Fakirler” vs. gibi ayrımcılık içeren kalıplar bol miktarda geçer. Her türlü ayrımcılığı şartsız kabul eder ama kendisini asla o gruplardan birine sokmazlar. O ayrılmış gruplara üst perdeden bakan bir abi gibidir. Yani ayrılmış gruplar onun kahramanlığına muhtaç insanlar gibidir. O zaman onun da ayrılmış ve kavga halinde bulunan gruplara ihtiyacı vardır. Onun için büyük bir çoğunluğu kurgu olan ayrımcılıkları sorgusuz sualsiz kabul eder, şartsız destekler. Aslında ayrılmış gruplar bile yoktur ortada. Gerçekten çözmek istiyorsa buradan ilerlemesi lazım ama nerede o niyet nerede o bilgi birikim. 

Neyse…

Dediğim gibi bunların hepsi böbürlenme numaralarıdır. İnsanların bilinçaltına oynayan, “ben önemli birisiyim” numaralarıdır. Hesapta, bu numaralarla kendisinin itibarlı insan olduğunu, iyi insan olduğunu, ciddi konular hakkında konuşabilen insan olduğunu düşündürtecekmiş. Yersen.

Fayda üreten, bunun için okuyup araştıran bir insanın böyle şeylere ihtiyacı olur mu? Tabi ki de hayır. Onun için yukarıda saydığım davranışları sergileyen tiplerin tamamı ya bir parti tabelasının cahil şovmeni ya da hak etmediği üne kavuşmuş medyatik tiplerdir. Az biraz ilgi gördü ya ukala taklidi yaparak her türlü konuya girmeye çalışacak.

Fayda üreterek övgüye ulaşamayan, faydalı olarak saygın bir makama ulaşamayıp, yine de fedakarlıklarında ötürü o makama ulaşmışlar gibi saygı, ilgi görmeye çalışan insanlar işte bu saydığım davranışları sergilerler. Tüm bu davranışlarla, başkalarına hem de iyi, masum insanlara işkence etmiş, edenleri de cesaretlendirmiş olurlar. İşte tüm bu yaşattıkları tarifsiz acılar onları cehenneme götürecektir.(Allah korusun) Yani kafirlik lafla değil, sergilenen davranışlarla kendini belli eder. Eğer suçlu ve adaletten kaçan biriysen, en sonunda terör örgütleri ile yan yana geleceksindir. Çünkü adaletten kaçanın ilkesi olmaz ve tüm kriminaller tek millettir. Onun için hayatı boyunca bir terör örgütü aleyhine konuşuyormuş gibi yapanları en sonunda terör örgütleri ile el ele görebilirsiniz. Hiç şaşırmadan, neden ümmetçilikten bahsettiğimizi ve neden adalet günü deterministiktir dediğimizi hatırlayın, diyelim. Ve şimdi tüm bunları aklımızda tutarak sorularımıza geçelim.

“İyi de neden sınanıyoruz?”

Muhtemelen bir pazarlığın, bir kabul edişin neticesinde sınanıyoruz. Su anda hatırlamadığımız bir yerde ve zamanda, bu sınanma sürecini kabul ettik. Şöyle olmuş olabilir: Bize cennetin kokusu hissettirildi, herkese de teker teker "eğer kabul edersen yaşadığın dönemde şöyle şeylerle karşılaşacaksın bunu yapmaman gerekecek" dendi. Biz de kabul ettik. Ve sınanmayı istedik. Yani istediğimiz için sınanıyoruz.

“İyi de neden azap olacak?”  

Az önce uzun uzadıya anlattığımız gibi başkalarına işkence edildiği için.

Kimileri, farklı gözükecek, gündem olacak, o erişemediği, kıskandığı insanlar onu konuşacak diye gitti terör örgütlerine girdi ve tarifi imkânsız acıları insanlara yaşattı.

Kimileri, efsane olacak, övgülere doyacak, üstünlüğünü hissettirecek diye ne kadar “kahramanını arayan ezilmiş grup” rolü oynan adi suç şebekesi, terör örgütü varsa gitti yalanlarına arka çıktı. Yalanlarına arka çıkma ne demek, bu uğurda yalanlarına yalan ekleyip suç işlemeye teşvik etti. Yetmedi suç işledikten sonra da işledikleri suçlara anlam yükleyerek masumlaştırmaya kalktı.

Kimisi, kıskandı, hasetliğinden çatladı ve büyük zarar verdi. 

Kimisi, başkalarının başarısızlığı ile avunacak diye insanların ayıplarını, kusurlarını araştırıp, başkalarına da yaymaya kalktı. 

Kimisi de küçük düşme korkusu ile hiçbir şeye müdahil olmadı. Zulümlere sustu. Yadırganma korkusu ile şahitliğini gizledi. Bu bir alışkanlık haline geldi.

Ya da ehli keyif olarak yaşadı. Yine hiçbir şeye karışmadı. Kafirleri de bu şekilde desteklemiş oldu. 

Tüm bu kötülükleri kısacık hayatlarına sığdırdı insanlar. Bu insanlar cezalandırmayı hak etmiyorlar mı sizce?

Allah bu duruma düşmekten korusun.

“Cezalandırılmayı hak ediyorlarsa bile neden azap sonsuz olacak?”

Çünkü ahirette ne varsa, cennet, cehennem… sonsuz olmak zorundadır. Bu cennetin, cehennemin mahiyeti ile değil, zamanın olmaması ile alakalıdır. Hani “bu soruları cevaplandırmak ayrı zor, cevabı anlamak ayrı zor” dedim ya. İşte bundan bahsediyorum. Onun için buna vereceğim cevap: Cehennem sonsuzdur çünkü ahiret zamansızdır. Ama sonsuzluğu, zamansızlığı nasıl anlayacağız? derseniz. Ona verecek bir cevabım yok. 

“Peki bu duruma düşmekten nasıl korunacağız ki?” derseniz. 

İşte onun cevabı başlı başına Devrim Dersi – 4’ün konusu olacak. 

Siz bilgi birikiminizi özellikle teknik bilgi birikiminizi artırarak insanlara faydalı olmaya ve adi suç şebekeleri, rant çeteleri, terör örgütleri ile mücadele etmeye tavizsiz devam edin.

Merak etmeyin, cevaplar yolda…

Devrim Derslerinde görüşmek üzere… İnşallah...

6 Ekim 2024 Pazar

Devlet 2.0: Kişiye Özel Ek Cezalandırma Sistemi

“Hayatta savunduğu bir şey varmış, istediği bir düzen var ve bunu gerçekleştirebilirmiş ama gerçekleştirmesine izin verilmiyormuş” pozisyonu ile gündemi meşgul eden dava(!) adamlarının herhangi bir ideolojilerinin olmadığını, daha da ötesi, dünya tarihinde, bugüne kadar, ortaya konmuş herhangi bir ideolojinin var olmadığını anlattık sayısız kere yazılarımızda.

“O zaman, bırak dava adamlığını, dünya tarihinde henüz ortaya konmuş herhangi bir ideoloji yoksa, neden insanlar bu derece; dava adamı, ideoloji sahibi, bir şey savunan insan görüntüsü vermeye çalışıyor?” derseniz…

Bu yola başvurmalarındaki birinci neden, bu yola başvuranların suç işleyerek hayat süren kriminal tipler olmaları ve dava, dava adamlığı gibi ispatsız, belirsiz konulara odaklanıldıkça işledikleri suçların gündemden düşecek olmasıdır. Zaten bu konular üzerinden insanları bol miktarda tahrik etmelerinin nedeni de budur. “Dava, dava adamlığı gibi konuların dışına çıkmasınlar da ne söylerse söylesinler. Yeter ki arkadaki çarkı konuşmasınlar.” …

İkincisi ise, adalet mekanizmasından kaçabilmek içindir. Bunun için, devletin çalışma mekanizmasını bozabilmeli, bozabilmek için de ilgili şahsın bir siyasi parti tabelasına girmesi ya da bizzat tabelayı kurması gerekmektedir. Bu da kuru kuruya olamayacağına göre, vitrine koyacağı bir davaya ihtiyacı olacak, onun için de “bir şey savunan insan” görüntüsü vermeye başlayacaktır. Suç işleyerek yaşayan kriminal insanlar için, işledikleri suçları yasal bir zemine oturtmak ya da cezalandırma sürecinden kaçabilmek için devlet mekanizmasını ele geçirmek tarifi mümkün olmayan bir nimettir. Ki elde ettikleri oranda kitapta yazan bütün suçları işlediklerine şahit oluyorsunuzdur ülkenizde. Onun için bu tip insanlar, “bir davası olan dava adamı” rolü oynayarak tabela partilerinde yer bulmaya çalışır ya da bizzat öyle bir tabela kurarlar. Her şey yolunda giderse, filmin sonunda, ideoloji sahibi olma muhabbetleri ile sadece karşı tarafın dikkatini dağıtmakla kalmaz, aynı zamanda ideoloji sahibi insan olma iddiası ile girdiği, suç şebekesinden farksız siyasi parti tabelası üzerinden, devlet mekanizmasını ele geçirip cezalandırma sürecinden de kaçabilmiş olur. Bir taşla iki kuş…

Neydi o söz? Ha hatırladım. “Fikirlerimden dolayı baskı altındayım” falan filan…

Şimdi gelelim üçüncü kuşa.

Üçüncüsü ise, bakarlar ortada işledikleri suçları gizleyebilecekleri durum kalmamış, o zaman suç işleme ehliyeti aldıkları algısını oluşturmak için başvururlar “savunduğu bir şey olan adam” rolüne. Bunun için de “bir şeyler istiyor ama verilmiyor”, “istediği(!) bir düzen var, o olursa çok faydalı, başarılı olacak ama onu gerçekleştirmesine izin verilmiyor” pozisyonunda olduğunu düşündürtmeye çalışır. Ve en sonunda da “E madem izin verilmiyor ben de suç işlerim” diyerek, suç işlemeye ehliyet aldığının algısını oluşturmaya çalışırlar. İşte onun için devamlı olarak bunlardan -ist’li, -mist’li sıfatlar duyuyorsunuz. Ya da doğuştan gelen farklı bir özelliği olduğu iddialarını… Her noktasında belirsizlik, ispatsızlık bulunur tüm bu muhabbetlerin ana fikrinde.

Özetle, “savunduğu bir dava, istediği bir düzen var” pozisyonu ile,

Bir, insanların bu noktaya odaklanmasını sağlayarak işlediği suçları arka plana atmaya çalışır.

İki, parti tabelalarına girerek adalet mekanizmasından kaçmaya çalışır.

Üç, eğer suçları arka plana atamıyorsa da suç işlemeye ehliyeti olduğunu düşündürtmeye çalışır.

Ne kadar can sıkıcı bir durum değil mi, kontrolsüz seçim sistemi yüzünden tüm bunlarla muhatap oluyor olmak?

Ama merak etmeyin size güzel bir haberim var.

Sizi bunlardan kurtarayım mı? Bir anda piyasadan yok olsunlar.

O zaman hadi gelin bunların söylediklerini somutlaştıralım. İşi ciddiye bindirelim.

Madem dava adamlarıymışlar, herkes kendisi için, kendi davasına uygun ek cezalandırma hukuku yazabilir olsun.

Şöyle:

Daha önce yazdığımız

- Suç işlemeye engel olmak için: Önleyici Mahiyette İdam Cezası ve Kontrollü Üreme Yasası,

- Yine de suç işlenmiş ise: İşlenen suçun mahiyetine en yakın cezalandırma sistemi,

herkes için sabit kalmak şartı ile; herkes kendisine ek cezalandırma sistemi yazıp, kaydedebilsin.

Örneğin “Ben kitaplı dinleri yaşamak istiyorum” diyen: “Zina ettiğim tespit edildiğinde beni dövün ya da beni taşlayarak öldürün” şeklinde e-devlet üzerinden girdi oluştursun ve bu şekilde kendi belirlediği ek cezalandırma sistemine tabi olsun.

Ya da kendine solcu(!) (solcu da ne demekse artık) diyen: “Ben işçileri çok seviyorum. Örneğin madenciler için adalet istiyorum. Eğer devlet tarafından madenciden alınan vergi ile hesabıma yatan erken emeklilik parasını harcadığım, hele ki gece kulüplerinde içkiye harcadığım ya da sigara içtiğim tespit edilirse Kalaşnikof ile kafama sıkılarak idamım gerçekleşsin ve tam o sırada da arkada Goran Bregovic’ten Kalaşnikof şarkısı çalsın” desin ve belirlediği ek cezalandırma hukukuna tabi olsun.

Ya da ırmağının akışına ölen tayfa: “Eğer benim ‘barış, kardeşlik’ adı altında terör örgütlerine selam verdiğim ya da selam verene oy verdiğim, desteklediğim tespit edilirse, ya da ülke yağmalanırken sesimin çıkmadığı tespit edilirse, dar ağacında idamım gerçekleşsin” desin ve belirlediği ek cezalandırma hukukuna tabi olsun.

Ya da “Ben Atatürk’e oy veriyorum” diyen tayfa: “Eğer verdiğim oy ile Atatürk’e küfredenleri, ya da terör örgütü yandaşlarını meclise soktuğum tespit edilirse, beni denize dökün. Açıklara götürüp beni denize atın, bu şekilde boğulmam sağlansın” desin ve belirlediği ek cezalandırma hukukuna tabi olsun.

Hadi görelim bakalım ortada bir dava var mıymış ve kim ne kadar dava adamıymış.

Ama yanlış anlamayın sakın, bu örnekler, dava adamı iddiasındakilerin aslında ne olduklarını göstermek adına yazdığım mizahi şeyler değildir. Böyle gözükmesi, ilgili şahısların bir kısmının belki büyük bir kısmının -bilmiyorum- karikatür olmasından kaynaklanmaktadır. Yoksa ben gayet ciddiyim. “İlgili şahısların bir kısmı belki büyük kısmı” dedim çünkü herkes böyle değildir. Haksızlık yapmayalım. Canla başla mücadele eden, fedakâr insanlar da bulunmaktadır. Hatta bunu yaptıkları için, bunu yapmasına engel olmak için gereksiz yere hapse atılan insanlar da bulunmaktadır. 

(Not: Bir örnek olarak söylüyorum. Bizler öyle mübarek insanlar değilizdir ama mesela ben bile kendim için “Sigara, içki kullandığım ya da kumar oynadığım tespit edilirse 40 sopa vurulsun” yazabilirim. Mesela…)

Yani bu, sadece “Madem dava adamısın göster bakayım kendin için belirlediğin cezalandırma hukukunu” diyerek dava adamı olma iddiasındaki suçluları, başkalarını kandırmaya çalışan insanları susturmaya yaramayacak, belki binde bir çıkan samimi insanların kendileri için cezalandırma hukuku belirlemesini de sağlayacak.

Kişiye özel ek cezalandırma hukuku mutlaka olması gereken bir uygulamadır. Herkes kendisi için ek cezalandırma hukuku yazabilir bunu da e-devlet üzerinden girebilir olmalıdır. Buraya kadar her şey çok basit. Fakat bu uygulamanın önünde bir engel olacaktır. Aslında hayata geçirilmesine engel değil de sadece ilk etapta yüzde yüz verimle çalışmasına engel olacak bir şey. O da şu: Kişinin kendisi için ek cezalandırma hukuku yazması, kendisi için suç icat etmeyi, o da icat edilen suçların tespit edilmesi sorununu beraberinde getirecektir.

Bu sorun, günümüzde zaten evrensel olarak herkes tarafından suç olarak kabul edilen örneğin hırsızlık gibi suçlar için geçerli olmayacaktır. Örneğin birisi: “Hırsızlık yaptığım tespit edilirse, mevcut cezalandırma hukukunun üstüne şu da bana uygulansın” dediğinde bir sıkıntı çıkmayacaktır. Hırsızlık evrensel bir suçtur. Tespit edilmesinde zaten bir sorun yoktur. 

Ama örneğin birisi: “Günlük şu ibadetimi yapmadığım tespit edilirse, şöyle bir cezalandırma uygulansın” diyebilir. Burada o kişinin bu suçu işleyip işlemediği tespit edilebilmelidir. İşte bu, bu sistemin uygulanabilirliğini artırabilmek için çözülmesi gereken bir sorunudur.

Bu sorun da yolların sokakların kamera ya da hava araçları sistemi ile izlenmesinin artırılması ve yapay zekâ algoritmaları ile birlikte zamanla çözülecektir. Elbette yüzde yüz çözüm bulmak çok zordur ama yine de zamanla verimi artacaktır.

Onun için Kişiye Özel Ek Cezalandırma Sistemi, ilk etapta tam verimli çalışmasa da olur. İlk etapta, hemen hemen her hukuk sisteminde suç olarak belirtilmiş, hırsızlık, katillik, tecavüzcülük gibi suçlar için bireyin kendisi için yazdığı ek cezalandırma uygulanmaya başlanır. Ek olarak, gelişen teknoloji ile birlikte, şahısların kendileri için belirlediği suçların tespiti, hiç kaçırılmadan yapılamasa da yine de ona yakın bir değerde yapılmaya başlanır ve böylece Devlet 2.0’a geçilmiş olunur. 

Hem de bu sistem, dava adamlığı iddialarını, ispat edilebilir bir zemine oturtarak, gereksiz gündem olmaya çalışan insanların ortadan kaybolmasını sağlar. Çünkü artık dava adamlığı lafla, sloganla değil, bireyin kendisi için yazacağı Cezalandırma Hukuku ile olacaktır. Yani artık insanlar dava adamı olduklarını iddia etmeyecekler, yazıp kaydettikleri Cezalandırma Hukuku ile ispat edeceklerdir.

Biz de zaten, eğer o günler nasip olursa, Devrim Dersleri – 5’in sonunda kuracağımız dünya tarihinin ilk ideolojik siyasi partisinde, bu işin parçası olmak isteyenlerin kendisi için Cezalandırma Hukuku yazmasını mecbur edeceğiz, ön şart olarak. 

Son olarak şunu ekleyeyim. Burası önemli: Birey icat ettiği suçu yazarken onun nasıl tespit edileceğini de yine kendisi yazacaktır. Sadece suçu yazıp bırakmayacak, tespiti konusunda da yapay zekaya yol gösterecektir. Yazılımcı jargonu ile yazarsak, suçun kendisi ve suçun tespiti için yazılanların yapay zeka tarafından onaylanması için otomatize bir süreç(pipeline) oluşturmak çok önemlidir. Bu daha ileri aşamanın konusudur belki ama sürecin tamamen otomatize edilmesi çok önemlidir. İlk etapta ülkelerin adalet bakanlıkları tarafından manuel bir onay mekanizması kurulabilir. Tamamen otomatize edilmiş onay süreci de Devlet 3.0 olur.

Not - 1: Bu yazı zamanla güncellenebilir.

Not - 2: Evet biliyorum. “Bilimsel, teknik ya da inanç konularına geri döneceğim. Artık bu konularda yazmaya çok gerek yok; ‘Çünkü sanıyorum bu son yazı ile birlikte, Cezalandırma Hukukunun yok edildiği Şeytan tarafından kurulmuş mevcut Dünya Düzenini tüm yönleri ile işlemiş ve Cezalandırmada Adaletin sağlandığı adil bir Dünya Düzeninin nasıl olması gerektiğini de tüm yönleriyle anlatmış olduk ve geriye de bir şey bırakmamış olduk’.” demiştim “Rant Çeteleri İle Mücadele Rehberi” yazısında. Ama bırakmışız. Neyse şimdi bitmiştir umarım, inşallah diyelim ve kendi kendime söz verdiğim gibi bilimsel, teknik ya da inanç konularında evrensel değeri olan çalışmalara geri dönelim.