Ulus nedir? Ulus Devlet nedir? Tarihi süreçte nasıl şekillenmiştir? Hangi sorunları çözmüş; hangi ihtiyaçlara cevap olmuştur? Bir adım ileriye nasıl götürebiliriz?...
Yıllar evvel, bu sitedeki diğer yazılardan daha önce yazmış olmam gereken, yukarıdaki soruların cevaplarını tartışan ulus devlet konusunun incelemesine -gecikerek de olsa- başlayalım.
Bir ulus-devleti belirleyen 3 temel faktör vardır:
1. Resmi ve eğitim dili
2. Yazılı anayasa ve diğer yasaları
3. Yazılı yasalarının bağlayıcı olduğu, uluslararası antlaşmalarla kabul görmüş sınırları
Tarihsel süreçte bu noktaya nasıl gelindiğini anlayabilmek için; önce tarihten ulus devletin emarelerinin kısmen görüldüğü bir devlet seçelim, ve inceleyelim; bu Osmanlı Devleti olsun; ve kıyas etmek için ulus devletin bütün emarelerinin görüldüğü başka bir devlet seçelim ve inceleyelim; bu da Türkiye Cumhuriyeti Devleti olsun.
Yukarıdaki üç özelliği sağlayabilmesi açısından Osmanlı kısmen ulus devlet idi.
- Resmi bir dili vardı: Osmanlı Türkçesi.
- Anayasası 1876'a kadar yoktu. 1876'da Kânûn-i Esâsî ile ilk anayasasına kavuştu.
- Uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş sınırları var mıydı konusu ise muallakta. Çünkü o yıllarda hiçbir devletin tel örgüler ve mayınlarla çevrilmiş sınırları olmadığından, belirlenmiş olsa da sınırların çok da bir bağlayıcılığı yoktu.
Türkiye Cumhuriyeti ise tam anlamıyla ulus devlettir.
- Resmi bir dili vardır: Türkçe.
- Tüm yasaları yazılı olarak ifade edilmiş ve yürürlüğe konmuştur.
- Yazılı yasalarının uygulandığı ve bağlayıcı olduğu uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş sınırları vardır.
Her ulus devletin sahip olduğu, uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş sınırlarının içinde yaşayan farklı kökenlerden insanlar nasıl vasıflandırılacak sorununa ulus devletler vatandaşlık kavramı ile çözüm bulmuşlardır. Tanımını da -örneğin Türkiye- şu şekilde yapmıştır: "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür"(Madde-66). Daha doğrusu Türk vatandaşıdır. Yani kendini köken olarak nasıl ifade ettiğinin ulus devlet için bir önemi yoktur. Herkesin hak ve ödevleri anayasal güvence altına alınmıştır vatandaşlık bağı ile. Bu bağ yani vatandaşlık, hukuki bir tanımdır ve köken tanımlarının bir üst katmanıdır. Bu noktada -yine Türkiye için söyleyelim- Türk olmak(yani kendini Türk olarak ifade etmek ile) ile Türk vatandaşı olmak birbirinden farklı kavramlardır. Yani vatandaşların kökenleri alt katmanda, -doğuştan yada sonradan- aldıkları vatandaşlık ünvanları ise üst katmandadır ve yasal dayanağı vardır. Çünkü insanların kendilerini köken olarak nasıl ifade ettiğinin hiçbir delili olmadığı için resmi bir değeri de olamaz. Ulus devletin yani yazılı hukukunun çalıştığı katmanda var olan şey köken değil ulus ve vatandaşlık kavramlarıdır.
(Tam burada duralım ve isimlendirilmelerine göre ulus devletlerin iki çeşit olduğunu söyleyip tanımlarını yaptıktan sonra kaldığımız yerden devam edelim.)
Ulus-devletler isimlendirilmelerine göre ikiye ayrılır.
1-) Kavim(etnisite, köken) tabanlı isimlendirilmemiş ulus-devletler
2-) Kavim(etnisite, köken) tabanlı isimlendirilmiş ulus-devletler
Birinci tipe örnek olarak Amerika Birleşik Devletlerini verebiliriz. Amerika'da kökenin(etnisiten) ne olursa olsun kendini nasıl ifade ediyorsan et herkes Amerikan vatandaşıdır. (ABD Anayasasının 14. madde). Ve vatandaşlık bağı ile devlete bağlıdır. Bu bağ hukuki bir tanımlamadır yani vatandaşın devlete karşı görevleri, devletin de vatandaşa karşı görevlerini temsil eder -aynı tüm diğer ulus devletler gibi-. Senin Türk kökenli yada İspanyol kökenli olduğunu söylemen seni bağlar; resmi hiçbir değeri yoktur. Olmasına gerektirecek bir durum da yoktur. Ayrıca resmi bir dili vardır ve yazılı yasalarının geçerli olduğu uluslararası antlaşmalarla kabul görmüş sınırları bulunmaktadır. Bu iki durum da ayrım gözetmeksizin tüm ulus devletler için geçerlidir. O zaman bu tipin, ikinci tip olan kavim tabanlı isimlendirilmiş ulus devletten ne farkı var? İkinci tip ulus devletten tek farkı, kurucu unsur bulundurmadığından isimlendirilmesinde de herhangi bir kavim ismi kullanılmamıştır.
İkinci tip isimlendirmeye sahip ulus devletlere de Almanya, Türkiye, Fransa'yı örnek verebiliriz. Birinci tip için yazılanların hepsi bu ikinci tip için de geçerlidir. Farklı olduğu nokta, bu tip ulus devletlerin kurucu unsurları olduğu için isimlendirmesinde kavim isimleri referans alınmıştır. Bu sadece isimlendirmeden ibarettir. -örneğin- Fransız ulus devleti için vatandaşlarından kendilerini kurucu unsurdan yada farklı bir etnik unsurdan ifade etmesi hiçbir şeyi değiştirmez. Yani Fransız olmak ile Fransız ulusundan olmak birbirinden farklı kavramlardır. Bu durum yani kendilerini köken olarak nasıl ifade ederlerse etsinler, tüm vatandaşlarının hak ve ödevlerinin ulus kavramı üzerinden anayasal güvence altına alınması tüm ulus ve ulus devletler için geçerlidir. Fransız vatandaşlığını almış bir Türk kökenli birisi Fransız ulusunun bir parçası olur. Yani her ne kadar ismi, bir kurucu unsur yani bir kavim ismi ile ifade ediliyor olsa da, bu tip ulus devletlerde de kurucu unsurdan olduğunu söylemek de hiçbir avantaj sağlamaz. (Ki zaten kuranların bizzat kendileri şu anda hayatta da değiller. Sen sadece onlarla aynı kökenden olduğunu beyan ediyorsun.) Bu şekilde ulus devletler ister kavim tabanlı isimli ister değil, kendilerine belirlenmiş sınırlar içinde bulunan farklı etnik unsurlardan insanlar arasında eşitlik problemini çözmüş olur.
Yani ulus kavramı, önemli bir ihtiyacı gidermek için düşünülmüş hukuki bir düzenlemeden ibarettir. Üzerine savaşlar çıkartılacak ve düşmanlık beslenecek bir şey değildir. İslam ümmetçiliği insanlara bunu anlatmalı ve ulus kavramını bir adım ileriye götürebilmelidir.
Yukarıda, ulus devleti belirleyen 3 parametreden bahsettik: resmi ve eğitim dili, anayasası(vatandaşlık meselesi ile ilgili) ve sınırları.
İkinci sırada saydığımız, yazılı anayasa ile, doğuştan veya sonradan vatandaşlık hakkı almış her bireyin haklarının ulus kavramı altında hukuki güvenceye alındığını yukarıda anlattık. Şimdi ise önce dil sonra sınırlar meselelerini irdeleyelim.
Her tip ulus devletin ve hatta ulus devletlerden önce tarih sahnesinde boy gösteren tam olarak ulus devlet statüsünde değerlendirilemeyecek devletlerin dahi bir resmi ve eğitim dili vardır. Olmalıdır da. Çünkü resmi dilin belirlenmeyişi yada birden fazla oluşu devlet kurumlarının ve adaletin işleyişini ve tutarlılığını gereksiz yere bozacak ve altından kalkılamaz kargaşaya sürükleyecektir. Ayrıca eğitim için de birden fazla dil belirlemek liselere giriş sınavları, üniversiteye giriş sınavları, memuriyet sınavları, meslek sınavları, meslek içinde uzmanlık sınavlarında sıralama yapma imkanını ortadan kaldıracaktır, eğitimde birliği bozacak, bir dilde verilenin öteki dilde eşit kalitede verilememesi halinde ise-ki büyük ihtimalle vuku bulur- fırsat eşitliği sorununu çıkacak, ayrımcılığı da körükleyecektir. Vatandaşlarına, güncel ihtiyaçlar dahilinde ülkeleri farklı dilleri öğretirler(örneğin Türkiye'de İngilizce, Almanca, Fransızca'nın öğretilmesi gibi), ama sınavların yapılacağı ana bir eğitim dili belirlemek zorundadır ulus devletler.
Yüzyıllardır tüm dünyada akademik yayınlar, teoriler, bilimsel teknik makaleler İngilizce yayınlandığı için, her ülke eğitimini kısmen İngilizce olarak vermektedir. Vatandaşlarının bu devasa ve alternatifi olmayan birikimden mahrum kalarak mağdur olmaması için ülkelerin aldığı tedbirdir bu. (Belki bunun neticesinde yüzyıllar içinde yavaş yavaş dillerin yok olması ile tüm dünya İngilizce'yi kullanmaya başlayacaktır ama şu an için böyle bir durum söz konusu değil) Ama sınavlarını kendi belirledikleri resmi dilleri ile yapmakta ve sıralamayı belirleyerek atamaları gerçekleştirmektedir ulus devletler. Yani eğitim dili olarak da kullanılan resmi tek dil ister ulus devlet ister değil tüm devletlerin kendi işleyişlerindeki tutarlılığın ve mekanizmanın bozulmaması için belirlediği zorunluluğudur. Vatandaşların kendilerini hangi dilde rahat hissedip konuştuğu ulus devletin belirleyeceği bir şey değildir zaten belirliyor da değildir. Çünkü, dediğimiz gibi ulus devletin çalıştığı katmanda zaten köken diye bir kavram yoktur.
Son olarak, üçüncü sırada saydığımız, yazılı yasalarının uygulandığı ve bağlayıcı olduğu uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş sınırlar konusuna gelelim. Sınırların belirlendiği günden bugüne kadar her daim söylenen, hepimizin -belki de gerçekleştirilmeyeceğinden emin olmanın sağladığı rahatlık ile- hayatının bir döneminde mutlaka söylediği "sınırlar kaldırılsın" ifadesi çok ciddi güvenlik sorunlarını da beraberinde getirecektir. Çünkü şu anda dünyadaki eğitim, refah ve ahlak seviyesi homojen değildir. Sınırların kalkması meselesi şu anda gerçekliğe bürünecek olsa inanın bunu dillendirenler ertesi gün "yok tamam istemiyoruz" diyeceklerdir. Bu konuyu daha da detaylandırmaya gerek yok. Sınırların olması ve her devletin ve devletlerin güvenlik güçlerinin sorumluluk sahalarının belirlenmiş olması şu an için eldeki en iyi çözümdür.
Ulus devletlerin yapısı, nasıl şekillendiği hangi ihtiyaçlara cevap verdiğinin kısaca izahatı böyleydi.
Peki bizler ne yapabiliriz? Ulus devletin bir adım ilerisinde ne olabilir?
Öncelikle yapılması gereken, insanlara ulus kavramının adaleti sağlamak için çıkmış hukuki bir ifade olduğunu yani -örneğin- daha öncede cevaplandırdığımız "Neye göre Türk'sün?" sorunun cevabının, şahsi tabanda, konuşulan dile göre; ulus devlet tabanında ise sadece hukuki bir durumun ismi yani vatandaşlık sözleşmesine(hak ve ödevlerine) göre olduğunu izah etmek. Yani bu kavram için savaşılmayacağını, dünyada çıkmış savaşların çoğunlukla enerji kaynaklarının bol bulunduğu yerlerde rant kavgaları şeklinde cereyan ettiğini ama bunları insanlara sanki ulus tabanında insanların birbirlerine düşmanlıklarından kaynaklı yapıldığının propagandasının kabul ettirilmeye çalışıldığının gösterilmesini sağlamak.
Bir adım ilerisinde ise şöyle olabilir. Yeni Dünya Düzeni yazısında insanların üniversite eğitim olarak icra edilen sürece artık çok da ihtiyacı olmadığını bu konuda yapılacak düzenleme ile Lisans Seviye Belirleme Sınavı dediğimiz mesleki sınavların sonuçları ile adil bir şekilde atamaların gerçekleştirilebileceğini yazmıştık. Ve insanların sadece bir mesleğe mahkum olmadıklarını da bu sistem sayesinde zaman içinde farklı farklı meslek gruplarının sınavlarına girerek atamalarını gerçekleştirebileceğini yazmıştık. Bu sınavın her ülkede yapıldığını varsayarak; bunu bir adım öteye götürebilir yani insanların sadece tek bir mesleğe mecbur olmadığı gibi tek bir ülkeye de mecbur olmadıklarını ve tüm devletlerde yapılacak Lisans Seviye Belirleme sınavlarına giriş için illaki o ülke vatandaşlığı şartı aranmadığı, başvurduğu ülkelerin anadilini konuşmayı bilenlerin o ülkelere başvurabilecekleri ve atanabilecekleri puanı almayı becerebilmişler ise o ülkenin vatandaşlığına işi hazır bir şekilde geçebileceği sistemi gerçekleştirebiliriz bu sayede. Örneğin Almanya'da maliye ile ilgili mesleğin var. Hem mesleğini değiştirmek istiyorsun hem de biraz daha sıcak memleketlerde yaşamak istiyorsun. İtalyanca öğrenip, İtalya'da yapılan Lisans Seviye Belirleme Sınavının örneğin elektronik bölümüne girsen ve ataman İtalya'da yapılsa ve böylece insanların hem mesleklerini seçme ve değiştirme aynı zamanda yaşayacakları ulus devletleri de seçme ve değiştirme hakları olsa dünya vatandaşlığı için önemli bir adım atılmış olur. Üstelik, bunların bir sonucu olarak insanların gözlerinde ulus kavramının sadece hukuki bir
tanımlama olduğu gerçeği sağlıklı bir şekilde yerine oturacak; hem kendilerini hem de
etraflarındaki insanları düşünce dünyaları ve seçtikleri hayat tarzları
ile yani olması gerektiği gibi ifade etmeye başlayacaklar. İslam Ümmetçiliğinin Temelleri serisin ilk yazısında anlatmaya çalıştığımız gibi...
Önce kavim devletler vardı. Kimi ülkelerde isimleri kalmış olsa da
kavim devletler ulus devletlere ve vatandaşlığa evrildi. Şimdi de sıra dünya
vatandaşlığında. Ulus devletler nasıl ki (kurucu unsur dahi olsa) etnik kimlikleri dikkate almadan, hukuki bir tanım olan vatandaşlık ünvanı ile herkesin haklarını anayasal güvence altına alıyor ise, yukarıda anlattığım husus da ulus devlet vatandaşlığından dünya vatandaşlığına geçişin nasıl olacağına dair bir mekanizma sunuyor.
|
2 comments :
dünya vatandaşlığı temelde hoş gözükse de uygulamada neredeyse imkansız gibi bişey, lisans belirleme sınavı ile italyanca öğrenip, farklı bir meslekte kendini geliştirip sonra sınava katılarak italyaya giderek orada yeni bir işte çalışmakta, yeni bir dil öğrenmeye ihtiyaç duymadan kendi dili ile kendi ülkesinde bunu yapmaya zahmet göstermeyen insanlar için hayal gibi duruyor. ki siz yazmıştınız zaten insan aklını kullanmayı istemez diye. hal böyleyken başka bir dil öğrenip başka konularda kendini geliştirip sınavlara hazırlananlar çok istisnai bir zümre olup hiç bir devletin bu kadar küçük olabilecek bir zümre için ortak karar alıp kanunlarında düzenlemeler yapacağını düşünmüyorum acizane. belki çoook uzun zaman sonra. geçenlerde tv de izliyordum celal hoca anlatıyordu, hepimiz ayrı ayrı milletleriz dünyada ama uzaydan bir tehdit gelse o zaman hepimiz tek dünya milleti olacaz uzaylılara karşı demişti. belki o zaman dünya vatandaşı olabiliriz. yazılarınızın devamını bekliyoruz.
"dünya vatandaşlığı temelde hoş gözükse de uygulamada neredeyse imkansız gibi bişey, lisans belirleme sınavı ile italyanca öğrenip, farklı bir meslekte kendini geliştirip sonra sınava katılarak italyaya giderek orada yeni bir işte çalışmakta, yeni bir dil öğrenmeye ihtiyaç duymadan kendi dili ile kendi ülkesinde bunu yapmaya zahmet göstermeyen insanlar için hayal gibi duruyor"
Buradaki yorumunuzdaki hata şu ki sizin "imkansız gibi bişey" olduğunu söylediğiniz şey insanların başaramayacak olduğunu düşünmeniz. Uygulama kısmı değil... Bu sitem kurulur kimler başarır, kimler başaramaz ortaya çıkar. Bu kısımını yargılamak doğru değil. Biz sistemin işleyiş mekanizmasını anlatırız bu sistem insanlara sunulur isteyen başarır istemeyen başaramaz. Bu kısım uygulama kısmı değil. Yani sizin "imkansız" dediğiniz kısım "uygulama" kısmı değil, insanların çoğunlukla başarılı olamamayacağı kısmı üzerine yorumunuz. Bunu düzeltmekte fayda var.
"ki siz yazmıştınız zaten insan aklını kullanmayı istemez diye"
Aynen öyle. Ama siz bu zaafiyeti referans alarak, hareket edemezsiniz. bu zaafiyetini yenmiş insanlara sistemler sunarak işlerini kolaylaştırmanız gerekiyor. Kolaylaştırırsanız, bu teşvik edicilik bakımından da diğerleine de örnek olur ve başka bir açıdan da yine işe yaramış olur. İnsanları aklını kullanmaya meyletmeniz gerekiyor. Bunu meyletmeyi sağlayacak güç, getirilecek sistem ile mutlaka emeğinin karşılığını adil bir şekilde alacağından emin olabilmesinin altında yatıyor.
"hal böyleyken başka bir dil öğrenip başka konularda kendini geliştirip sınavlara hazırlananlar çok istisnai bir zümre olup hiç bir devletin bu kadar küçük olabilecek bir zümre için ortak karar alıp kanunlarında düzenlemeler yapacağını düşünmüyorum acizane"
Bu zümrenin ne kadar küçük yada büyük olacağını yargılayamayız. Ben de büyük olacağını söylesem olmaz. Zaten mesele bu da değil, bir kişi olsa bile yapmak için yeterli. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Bu düzenlemenin zaten kendi devlet mekanizmalarının işleyişini hiç bozmayacak olması. Mevcut yapını üstünde çalışacak bir katman sunuyor, altın çalışmasını etkilemeyecek biçimde. Nasıl ki önceden kavim devletler varsa, bugün bunun bir üstüne oturtulmuş bir katman olan ulus devletler ile insanların kendi kavimlerini ifade etmelerine karışılmadan bir sistem düzenlenmiş ise, yukarıda yazdığım ile ulus devlet vatandaşlığının üstüne oturtulmuş bir katman ile alttaki işleyiş zaten bozulmayacak.
"belki çoook uzun zaman sonra. geçenlerde tv de izliyordum celal hoca anlatıyordu, hepimiz ayrı ayrı milletleriz dünyada ama uzaydan bir tehdit gelse o zaman hepimiz tek dünya milleti olacaz uzaylılara karşı demişti. belki o zaman dünya vatandaşı olabiliriz."
Yok hayır o zaman da olamazsınız. Hukuki düzenleme yapmadan dünya vatandaşı olamazsınız. Mesele hukuki düzenleme ve bu düzenlemenin hangi mekanizma için yapıldığını gösterebilmektir.
"yazılarınızın devamını bekliyoruz."
Teşekkür ederim. İnşallah...
Yorum Gönder