Eğer ki, başkasının buluşunu kendisine saldırı olarak
algılayan birinin “Bunlar zaten Kur’an’da yazıyor” diyerek Kur’an’ı kıskançlığına
siper etmesi seni de rahatsız ediyorsa okumaya devam et.
Oruç tutmayan insanlara saldırı olaylarını çokça
duymuşsunuzdur. Dikkat edin, saldırıya uğrayan ya üniversitede okuyan güzel bir
bayan ya iyi giyimli alımlı bir çift ya da zengin bir insandır. Oruç tutmayan
fakir birine saldırı diye bir şeye şahit oldunuz mu hiç? Saldıranın “dünyevi
statü” olarak daha aşağıda olana saldırdığına… Hep kendinden daha yukarıda
gördüğüne ve –avam yaşam formunun ana damarı olarak- otomatik olarak hemen,
kıskandığına… Onun için verdiğim bu iki örnekte de mesele Kur’an ya da oruç
değil, Kur’an’ın ve orucun arkasına sinsice saklanmış kıskançlıktır.
Avamı* da buradan yakalar manipüle edersin. Kıskançlığını
ortaya çıkarıp yönlendirirsin.
*Avamlık, insanların çok büyük bir kısmında var olan bir
sıfattır. Avamın tam tanımını Devrim Dersleri – 4’te yapacağız inşallah.
Bir örnekle devam edeyim: İnsanlar sorumluluklarından
kaçarken ya da suç işleyip de yakalandığında, kendini kurtarmak için bir bahane
örneği olarak “psikolojik sorunlarım var” der. “Ateşim var” demez çünkü ateşi
olup olmadığını ölçebilirsin ama psikolojik sorun belirsizdir doğrudan ölçümü
yoktur. Dolayısıyla söylenen şeyin yalan olup olmadığı doğrudan ispatlanamaz.
Belirsiz bir durum oluşur.
İşte, cehaletin babası da, aynı suç işleyenin “psikolojik
sorunlarım var” demesi gibi, kabillere devamlı olarak birlerinin kendilerini
küçük gördüğünü söyler. Yani zarar verdiğini… Dolayısıyla başkalarına haksızlık
yapabilme “hakları”(!) olduğunu…
Fiziksel zarar verdiğini söyleyemez çünkü bu kontrol edilir
ve yalanı ortaya çıkar. Aynı az önceki örnekte olduğu gibi, küçük görme gibi belirsiz
bir kavram üzerinden yapar ki, kontrol edilebilirliği olmasın. (Kaldı ki birisinin
birini küçük görüp görmemesinden kime ne). Bu yalana inanıp inanmamak ise şahsın
işine gelip gelmemesi ile alakalıdır.
Elbette bu durum kabillerin de işine gelir ve bir tanesi de
çıkıp: “İyi de ben onlardan zaten daha küçüğüm” diyemez. “Kimsenin beni, küçükmüşüm
büyükmüşüm diye yargıladığını sanmıyorum. Ama yargılarsa elbette beni daha
küçük görecek” diye de ekleyemez. Kendisinden daha başarılı olana haksızlık
yapma ehliyetini, ondan “intikamını(!)” alma fırsatını kaçırmak istemez.
Neyin intikamı bu yahu?
Neyin intikamı olacak: Allah’tan alamadığı intikamı… Bilinçaltı
muhasebesinde için için suçladığı ama itiraf etmeye cesaret edemediği Allah’tan
alamadığı intikamı…
Kabil ordusunun kumandanı artık avamın Allah’tan alamadığı
intikamı olmuştur. Dünyayı çokça isteyip, hiç istemiyormuş gibi yapanların... Dünyevi
başarıyı, makamı, mevkiyi de çok isteyip ama bir türlü nefsini yenemeyip, elde
edememiş ama bunu doğru bir şekilde elde etmeyi başaranlara “zarar vererek” onlara erişme hakkı
yakalamışların... Zarar vererek erişmesi… Kabil ordusu kumandanını buna vesile
olarak görmesi…
Not: Başarılı olmuş olmanın tek kriteri hak yemeden
yaşayabilmedir. Eğitim durumu, diploma, ekonomik durum değildir. Kendini yenip
bir şeyleri yapmayı başarmış insanlar bu şekilde yaşayabilen insanlardır da.
Bunu yapmayıp, üstüne bunu yapanları kıskanıp saldıran insanlardan bahsediyorum
burada. Dünyanın tek mağdur insanları işte bu kıskanılma sıfatına sahip olan
insanlarıdır. Tabi, hak etmediğini elde edip, bu haksızlığı dile getiren
insanlara “işte gördünüz mü ben de kıskanılıyorum” diye kurnazlık yapmasın
avamlar. Haksızlık yapıp, yapılanların dile getirilmesi ayrı bir şey, hak
ettiğini elde etmişlerin yaşadıkları ayrı bir şey. Şimdi onu anlatacağız.
Kabillerin kıskançlığını yönlendirmek ilk aşamadır. Şirk
düzeninin temelidir. İnşası ise, hak etmeyene hak etmediğin vermekle olur.
Allah’ın bir sıfatı nedir?
Bize –inşallah- hak etmediğimizi verecek olmasıdır. Yani cenneti…
Eğer ki avama hak etmediğini verirsen, seni ilah olarak
görmeye başlar. Verenin kim olduğu nasıl biri olduğu önemli değildir. İşte şirk
düzeni böyle kurulur. Liyakatı kaldırarak...
Müşriklerin yavaş yavaş etrafında toplanmaya başlar. Onları
hak etmediklerini elde ettirerek beslemeye başlarsın. Besleyerek onları alçağın
alçağı yaparsın, üstüne bir de “küçücük alçaklar olmalarının suçlusunu”
başkalarında aramalarında yolu olarak, “başkalarının kendilerini küçük
gördüğünü” söylersin. Az önce de söylediğimiz gibi; içi boş, belirsiz
ifadelerle başkalarına zarar verebileceklerini söylersin çaktırmadan. İşine
gelen avam da bunu reddetmez. Ve o başkalarının
da, aslında onlara ilgi göstermesi gerektiğini, diğerlerine karşı suçlu olduğu gibi bir yalanı bilinçaltlarına işlersin.
Ne yazık ki, bazıları bu manipülasyonu yiyip, kendilerinde
suç arıyor. Üstelik kendilerine itham edilen şeylerin hiçbirini yapmadıkları halde, bu cehaletin
babalarından muhabbet dinleyenlere ilgi gösteriyorlar. Sanki suçluymuşlar gibi.
Dünyandaki en büyük başarıyı, başkasının hakkını yemeden
yaşamayı, başarıyor isen senden daha mağdur hiç kimse yoktur. Sen kul hakkına
bulaşmadan yaşamaya çalışıyorsan ve yakıtı cehaletten başka hiçbir şey olmayan
kıskançlığın ateşi de sana ulaşmışsa asıl senin hak etmediğini elde eden ve
etmeye çalışandan alman gereken bir hesabın var demektir. Bunun yanı sıra onların
başkasına zarar vermesini engellemek gibi bir görevin de var. Tabi bunun için
cehaletin babasını ve kabillerini iyi bilmek gerekiyor.
Cehennem ehli ikiye ayrılır: Birinci grup dünyayı ahirete
tercih etmiş olanlardır. Bunlar ahireti kaybetmişlerdir ama dünyayı
kazanmışlardır. Bol miktarda malları, mülkleri vardır. İkinci grup ise hem
dünyayı hem ahireti kaybetmiş olanlardır ki, bunlar yine cehennem ehlidir ama
birinci grup gibi kısa yoldan, kaçakçılıktan, yolsuzluktan, hırsızlıktan,
haraçtan, ihaleden, ödenekten, terörden elde ettikleri paraları da yoktur. Yağmalayanları
desteklemiş ama kendileri yağmalamayı becerememişlerdir. Yazı boyunca
bahsettiğimiz kabiller büyük çoğunlukla bu ikinci gruptadır.
Cehaletin babası ise çok zengindir ve halktandır. (Eğer burada
“halk” kelimesi kafanızda pozitif bir şeyler çağrıştırdı ise “Avamın Kelime Algısı” isimli yazımızı okumanızı tavsiye ederim.)
Halktan olmak ne demek?
Ne hissediyorsun da adını koyamıyorsun?
Fakirdi desek. “E yuh artık” dersin. İşledikleri adi
suçlarla biriktirdikleri korkunç servetleri hakkında konuşmaya gerek yok.
Halktan olmak ünlü olmamak desek, o da olamaz.
“Halktan olmak” ile kastedilen ne olabilir ki o zaman? Ünlü
olmamak değil, fakir olmak değil, suç işlememiş olmak değil.
Altından kalkamayacağını elde etmek yani hak etmeyen birinin
hak etmediğini elde etmişliği olabilir mi?
Cehaletten beslenenin elinde hiçbir şey yok bir söylem
namına. Ne söyleyebileceği ne de karşısındakinin anlayabileceği… Etrafına
topladıkları, haksızlık yaparken ahlaki ikilem yaşamasın, fıtratını yenip rahat
rahat haksızlık yapsın diye ne ifade ettiğini ne kendisinin ne de
karşısındakini bildiği belirsiz bir “kötülük kavramı” var sadece. O kadar. Bu
tip adi suç şebekelerinin, terör örgütlerinin yaptığı tek şey budur: İnsanı
asimile ederek fıtratını köreltmek, hayvanlaştırmak. Bunu yaparlarken,
söyledikleri yalanları alenen ortaya çıkmasın diye ne ifade ettiğini
kendilerinin dahi bilmediği, çok fazla belirsiz kelimeye ihtiyaçları olur. Bunlarla
içi bomboş gerilimler yaratırlar. Kabillerin en büyük motivasyon kaynağı,
kendilerini ifade edebildikleri anlar da bu içi bomboş gerilimlerdir. Onun için
kabiller, liderleri, babaları ile aynı frekansa çok hızlı bir şekilde girip,
cehaletin babasının bir yalanına bin katarlar. Kendi yalanına kendi inanan,
başkasına zarar vermeye programlanmış ateş ehli bir topluluk vücuda gelir. Aradaki bağı kuvvetlendirebilmek için de cehaletin babalarıı insanları karşı karşıya getirmenin her yolunu denerler,
deneler ki kendilerine ihtiyaçları olduklarını sansınlar. Lağım
çukuruna iyice batmış olsunlar. Hem buradan hareketle cehaletin babaları bu lağım çukurundaki
kalabalıkların desteğini göstererek aklandıklarını da iddia ederler.
Kabillerin verdikleri oylarla(!)(yani Kabilin “şahitliği(!)”
ile) teröristlikten, hırsızlıktan aklanıldığının propagandasını yapan bu tip
adi suç şebekelerinin, terör örgütlerinin en büyük korkuları ise adaletin
tecellisidir. Hedefleri adaleti, güvenliği sağlamakla mükellef kurumlardır ya,
fıtrat da bu kurumların en başı olduğundan onu hedef almaları gayet normal.
Diğer içerden ve dışardan hedef aldıkları güvenlik ve adalet kurumları ve mensupları için tek
başıma şu an için doğrudan bir şey yapabilecek durumda olmasam da fıtratı
koruma konusunda sanıyorum bir şeyler yapabilirim. Yapabilirim ne demek yahu!
Yapmakla mükellefiz.
Hani, başta terör örgütleri olmaz üzere, tüm adi suç şebekelerinin;
başkalarının hakkını yiyerek, başkalarına zarar vererek ulaştıkları
servetlerini, durumlarını, konumlarını korumak ve günahlarını gizleyebilmek
için nifak tohumları ektiklerini anlatmaya çalışıyoruz yazının başından beri… Sanıyorum meydanı boş
sandıklarından, cehaletle suladıkları o tohumların kök salacağını, dallanıp
budaklanacağını da düşünüyorlar. Ama ufak bir detay var bu işleyişte.
Onlar o tohumları ekmekle mükellef ise, bizler de o nifak tohumlarını söküp
atanlardan olmakla mükellefiz.
Not: Yeni bir Youtube kanalı ve yeni bir video serisine
başlıyoruz. Bir önceki kanalımız, encodeum.com’un ana kanalı olmaya devam
edecek ve sadece bilimsel, teknik ve mühendislik videoları olacak. Bu yeni
kanalda daha çok fitne odaklarını ve çıkardıkları fitneleri işleyeceğiz
inşallah. İsmi encodeum ideoloji. Linki: https://www.youtube.com/channel/UCyMShQRAqVo0KAZc2eb3DFA
İlk etapta yayınlamayı planladığımız videolar bunlar:
1-) PKK Propagandası - I: Kronolojik Sırayı Değiştirmek
Cehaletin iktidarını fırsat bilip, PKK terör örgütünün
saldırılarına karşı alınan tedbirleri neden, saldırıları da sonuçmuş gibi
gösteren PKK propagandacılarının yalanlarına karşı bu terör örgütünün tarihçesini
inceleyeceğiz. Bakalım yalandan başka hiçbir şeyi olmayan terör örgütünün
dediği gibi mi gerçekleşmiş olaylar.
2-) PKK Propagandası – II: Avamın Sinemografik Cümleleri
Sinemografik kelimeleri ve avamın bu sinemografik
kelimelerle cümle kuran insan görüntüsü vereceğim derken, çok çok yanlış bir
tercih yapıp, dünya tarihinin gördüğü göreceği en alçak silahlı grubu için
sahtekâr durumuna düşmesini inceleyeceğiz bu videoda.
3-) Zırilla Teorisi
“Diş geçirebildiğin yere kadar güç gösterisi yap,
geçiremediğin yerde zırla” olarak formüle ettiğimiz zırilla teorisi bu videonun
konusu olacak.
4-) Kandilin Gebeşleri
PKK terör örgütlerinin para kaynaklarını, özellikle son dönemde
yaptıkları PKK’lı belediyeler üzerinden devlet kasasına attıkları hortumu
inceleyeceğiz.
5-) Kürtçe Diye Bir Dil, Kürt Diye İsimlendirilecek Bir
Kavim Var Mı?
Kişinin kendisi ile ilgili herhangi bir beyanın hiçbir
hukuki değeri olmadığını, “Ben xxx’im” demenin sadece o kişiyi
ilgilendireceğini söylemiştik daha önceki yazılarımızda. Biz de onun için o
kısmı ile çok ilgilenmedik çünkü bir kişinin kendisini örneğin “Kürt” olarak
tanımlamasının derinliğine inmenin hiçbir anlamı yoktu. Ama bunu fırsata çevirmeye çalışanlar, inanılmaz bir
tahrifatla tarihi gerçekleri manipüle etmeye başlamışlar. O zaman bu meseleye
müdahale etmenin vakti geldi.
Bu çalışmadan Kürtçe olarak aktarılan 3 lehçeyi(Kurmanci,
Sorani, Gorani) inceleyeceğiz ve bunları Farsçadan ayırıp ayrı bir dil
kategorisine sokup sokamayacağımızı... Yani Kürtçe diye bir dil, Kürt diye isimlendirilecek bir kavim var mı, onu inceleyeceğiz.
Bu videonun adı değişebilir.
Araya başka videolar eklenebilir.
|
21 Haziran 2015 Pazar
Cehaletin Babası: Kabil Ordusu Kumandanı
at 12:15 0 comments
Labels: Genel
22 Şubat 2015 Pazar
Kâfir Olmak Nedir?
Bir zaman önce internetten izlediğim bir video karesinde alkol almış birinin oldukça ilginç bir davranışından bahsederek başlayayım. Videoda görünen şey, alkolün etkisi ile kendisine hâkimiyetini yitirmiş, durmadan ve anlamsız bir şekilde: “Ben tekim, ben tekim” diyen birisiydi. Ey iman edenler! Toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arkalarınızı dönmeyin (kaçmayın). Böyle bir günde her kim onlara, tekrar dönüp çarpışmak için geri çekilmek veya diğer bir safta yeniden mevzilenmek hâlleri dışında, arkasını dönerse, muhakkak Allah'dan bir gazaba uğramış olur ve varacağı yer cehennemdir, orası da ne kötü bir akıbettir. (Enfal/15-16) |
at 10:45 0 comments
Labels: Dini