28 Ocak 2017 Cumartesi

Zırilla Teorisi

Youtube, insanlar tarafından çoğunlukla eğlence maksatlı kullanıldığından komik, eğlenceli videolar Youtube’un en fazla izlenen videolarıdır. Yalnız... İnsanların sadece gülme, eğlenme maksatlı izlediği videoların tek özelliklerinin eğlendirme olmadığına da dikkat çekmek isterim. Eğer dikkatli bakarsanız, bu videolardan aynı zamanda çok şey öğrenebileceğinizi fark edersiniz. Özellikle kamera şakası videolarından... Çünkü farklı farklı ülkelerde, sokak yaşantısını tanıyacak kadar uzun süre kalma imkânı olmayan -örneğin- benim gibi biriyseniz, insanların en doğal hali ile yakalandıkları bu kamera şakası videolarından, o ülkelerin sokaklarında nasıl bir yaşantının hüküm sürdüğüne şahit olabilirsiniz.

Herkesin yaşadığı muhitte kavgacı, tehlikeli insanlar vardır mutlaka. Biz de gördük ama -kendi yaşadığım çevre için söylüyorum- öyle belinde silahla dolaşanı hiç duymadık, bilmedik. Fakat Amerika’da bu durum çok vahimmiş. Korkunç bir bireysel silahlanma furyası varmış. Öyle de duyardım da “ne olabilir ki” derdim. İşte, Amerika’nın gettoları denilen varoşlarında, arka mahallerinde çekilen kamera şakası videoları ile bu bireysel silahlanmanın boyutunu ve dehşetini çok uzaklardan şahit olabiliyoruz. Öyle ki, yolda yürüyen alelade birine şaka yapıyorlar adam bir anda silah çekiyor. Başka birine arkadan bir şaka yapılıyor adamın belinden silahı düşüyor. Bunlar gibi daha bir sürü örnek… Belki işi yok, sosyal güvencesi yok ama silahı var. Gerçekten ürkütücü…

Zaten bu durum şarkılarına da yansımıştır. Kavgadan, şiddetten, yakıp yıkmaktan bahseden, had safhada küfür ile bezenmiş varoş kültürüne ait şarkılardan bahsediyorum. Bilirsiniz...

Dikkatinizi çekti mi, bilmiyorum ama burada çok ilginç bir durum var. O da: Bu tip şarkıları yapan aynı kişilerden ezilmekten, baskılardan ya da polis şiddetinden bahseden, mağdurun her türlüsünü oynadıkları şarkılar da duyabilecek olduğunuzdur. Sanki hak etmediği bir muamele ile muhatap oluyormuş gibi... Belinde silah ile dolaşıp, haydutluk yapan ya da yapmakla tehdit eden kendisi değilmiş gibi...

Hatta bu şarkıların, “vurulduk halkım unutma bizi” tadında, sanki birileri için bir şeylerin fedakârlığını yapıyormuş gibi, insanlar sanki onlardan bir şey istedi diye yapıyormuş gibi dolayısıyla insanların borçlu olduğu bir durum varmış gibi artık demagojinin dibine vurmuş versiyonlarını da duyabilirsiniz...

İşte zırilla teorisi budur: Diş geçirebildiğin yere kadar gövde gösterisi yapıp, geçiremediğin yerde zırlama. Önce vurmaktan kırmaktan, öldürmekten bahsetme ya da bunun için teşebbüste bulunma, ardında hak ettiğin muamele ile karşılaşacağını anladığında kendini acındırmaya çalışma.

Tüm bunlar çok da yabancı gelmedi değil mi?

Amerika’da yaşanan bu mesele elbette Türkiye’ye yabancı bir durum değil. Çünkü terör örgütü PKK’nın propagandacılarının yaptıkları propagandadan zaten bu duruma fazlasıyla alışığız. Hatta PKK vb. örgütlerin, önce iç savaştan, toplu katliamdan, şehirleri bombalamaktan falan filan bahsedip, ardından hak ettikleri ile karşılaştıklarında besteledikleri mağduriyet türkülerini düşündüğümüzde Amerika’da yaşanan şeylerin, bizim muhatap olduğumuz seviyenin yanında hiç kaldığını söyleyebiliriz.

PKK kurulduğundan beri eli silahlı veya kravat takmış mensuplarının yaptıkları şeylerin tek gerçekliği şudur: Önce saldırır; istediğini değil de hak ettiğini alınca zırlar. Hiçbir zaman şaşmamış, hep bu sıra ile olmuştur.

Önce, "PKK Halktır, halk PKK’dır" gibi şeyler diyerek slogan atar propagandacıları, terör örgütü militanları teker teker tespit edilip etkisiz hale getirilmeye başlandığında da “Ya beş-on tane PKK’lı için şehirleri savaş alanına çevirmeye gerek yok" derler. Eline silah almış örgüt mensuplarına bin çeşit övgü düzdüğü için haklarında soruşturma açıldığında ise, bir bakmışsın, ucuz propagandaları “düşünce”, işledikleri suç için soruşturma açılması ise “düşünce özgürlüğüne müdahale” olmuştur. Yersen…

Terör örgütü katliam yaparken, bakarlar dokunan yok, diş geçirebiliyorlar, o zaman çıtlarını çıkarmazlar. Ne zaman ki, görürler istediklerini alamıyorlar o zaman propagandacıları bir anda başlar: “Barış istiyoruz. Artık silahlar sussun” diye yaygara koparmaya. Bir bakmışsın ölen insanlar falan umurunda olmuştur artık.

Yani kısaca, diş geçirebildiği yere kadar güç gösteri yapar, diş geçiremediği yerde mağdura yatar. Her durum için kullanacakları propagandaları rafta hazırdır. Duruma göre bir tanesini seçer.

Hatta yalancılıkları o kadar ki, insanların kendi gözüyle gördüğü olayları, az bir zaman sonra yine aynı insanlara değiştirerek anlatmaya çalışırlar. Önce şehirleri bombalarla, tuzaklarla doldurup, -kendilerince- şehir savaşı(!) başlatarak güvenlik güçlerini, hatta kendilerine boyun eğmeyen insanları hedef alırlar ve öldürebildikleri kadar öldürmeye çalışırlar. Sonrasında asker, polis bunları etkisiz hale getirmeye başladığında ise yaşanan her şeyin sebebi değilmişler gibi, “şehirler resmen mahvoldu, savaş alanına döndü” gibi laflarla, artık akla hayale gelmez utanmazlıklarını ortaya koyarlar.  

Dersin ki: “Güvenlik güçlerini ya da öğretmen, savcı gibi devlet görevlilerini geçtim. Kundaktaki bebeği, 4-5 yaşındaki çocukları bile kurşuna dizmişsiniz. Nasıl bir alçak mahluksunuz!”

Der ki: “Ben halkın daha fazla mağduriyetini sayarım”.

Yüzsüz yüzsüz “mağduriyet” dediği, işledikleri suçların sonucunda yaşananlardır. Kendi sebep oldukları şeyleri durduk yere olmuş gibi anlatırlar.

Eline silah alıp çoluk çocuk yaşlı genci kurşuna dizmelerinin sonucunda terörle mücadele sürecinin başlamasına, etkisiz hale getirilmelerine yüzsüz yüzsüz, pişkin pişkin, “mağduriyet” derler. Kendilerine de böyle alelade, yolda geçen biriymiş gibi göstermek için de “halk” diye isim takarlar.

Örgüt propagandacılarının tek silahı kronolojik sırayı kaybettirmek, güçlerini aldıkları yer ise yüzsüzlükleridir. Kronolojik sırayı kaybedersen, pişkinden mağduriyet hikayeleri dinler bir halde bulursun kendini.

Fakat burada asıl dikkat edilmesi gereken “hümanizm” ve “insan hakları” adı altında, çoğunlukla örgüt mensuplarının sağ ele geçirilmesi durumu için yapılan propagandadır. Amacı sağ yakalanmış militanların, cezalandırma sürecini olabildiğince yumuşak atlatmalarını sağlamaktır. Bunun için insanları vahşice katleden terör örgütünün bizzat himayesinde ve desteğinde paravan dernek ve vakıflar kurulmuştur zaman içinde. Hukuktaki bütün açıkları değerlendirebilmek için…

Özgürlükçü Özgürler Derneği, İlerici Vitesler Vakfı, Kampüste Halay Çekmek Zorunda Olduğunu Sanan Öğrenciler Kulübü tadında... En az bunlar kadar absürt isimlere sahip bu dernekler ile terör örgütünün elini kolaylaştırmaya çalışırlar.

Anladığım kadarıyla bu olayın tarihsel gelişimi şöyle yaşanıyor.

1900’lü yıllarda çıkan hümanizm hareketinin romantikleri zaman içinde işi iyice abartıp, hapse giren her canlıya melek muamelesi yapmaya kalkıyorlar. Onlar için ölen, katledilen insanlar insan değilken, mağdurların haklarını “insan hakkından” saymazken, işlediği suçun cezasını görecek suçlu için nedense kendilerini paralamaya kalkıyorlar. Belki biraz da farklı insan görüntüsü verebilmek için… (Bu konu için Cezalandırmada Adalet: Karanlıktan Aydınlığa isimli yazımıza başvurabilirsiniz.)

Tabi adi suç şebekelerinin de, bunların işlerine ne kadar çok yarayacaklarını anlamaları çok zaman almıyor. Çünkü burada, romantiklerin sebep oldukları şey, sadece örgüt mensuplarının cezalandırılmalarını hafifletme değil, aynı zamanda, doğrudan örgütlerin mensupları olmadıkları için sanki tarafsız bakmış da karar vermiş gibi gözükerek, örgütlerin hakikaten haklı oldukları bir konu varmış algısı oluşturabilmeleridir. Ama tüm bunların olabilmesi için terör örgütleri üç beş romantiğin keyfinin gelmesini mi bekleyecek?

Elbette ki hayır... İşte paravan vakıfların, derneklerin kurulma hikayesi de böyle başlıyor.

Bu tip suç örgütleri bu işin, üç beş romantiğin keyfine bırakılamayacak kadar kârlı olduğunu görünce, bizzat kendileri bu tip dernekler kurmaya başlıyorlar. Sanki derneklerin mensupları kendi adamları değilmiş gibi… Böylece abuk subuk isimlerle kurulmuş, sadece adi suç şebekelerinin suçluları ile ilgilenen paravan dernekler ülkelerin gündemlerini boş yere meşgul etmeye başlıyor. Ne yazık ki, bizler de tekrardan, bu işten fazlasıyla nasibimizi alıyoruz.

Toparlayarak bitirelim.

Vur-kaç Taktiği ile saldıran, Zırilla Taktiği ile kendini savunur. Onun için, böyle bir örgütün bir savunma sistemi olarak ortaya koyduğu zırlama sürecinin, herhangi bir mağduriyetten değil, istediğini alamamış olmanın ezikliğinden kaynaklandığını bilmek ve bu süreçte söyledikleri yalanlarına itibar etmemek önemlidir. Burada dikkat edilmesi gereken iki şey var. Birincisi: Bahsettiğimiz zırlama sürecinin kahramanı olmaya çalışan, kahraman olacağım diye adi suç şebekelerinin yaptıklarına, kendilerini bile hayrette bırakacak anlamlar yüklemeye çalışan, -biraz da ilgi görmek isteyen- romantikler. İkincisi ve asıl önemlisi: Romantik taklidi yapmaya çalışan, sanki örgüt elemanı değilmiş gibi olayı dışardan bakan birisiymiş gibi davranan bizzat örgütün propagandacılardır. Zırilla Teorisini hayata geçirenler de asıl olarak bunlardır.

Not: Bu yazı PKK Propagandası serisi kapsamında yayımlanmaktadır. Serinin ilk iki çalışması video olarak yayımlanmışsa da bunu yazı olarak yayımlamayı uygun bulduk. İlk iki video encodeum ideoloji kanalında yayımdadır. Bilginize...

0 comments :