13 Mart 2024 Çarşamba

Adil Dünya Düzeni Bildirisi

Farklı düşüncelere sahip, farklı insanların olduğunu söyleyen; bunun bizim için bir zenginlik olduğunu ve tüm bu düşüncelere saygı duymamız gerektiğini söyleyen insanlara hayatınızın bir döneminde mutlaka denk gelmişsinizdir.

Bu içi doluymuş ve itiraz edilemez, evrensel bir doğru içeriyormuş gibi gözüken sözlerin bir anlamı, bir doğruluğu var mı sizce?

"Gerçekçi değil ki, doğru olsa ne yazar?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet, Barbielerle, Kenlerle, Pamuk Prenseslerle dolu bir dünyada yaşıyor olsaydık belki bir anlam ifade edebilirdi ama bu haliyle hiçbir gerçekçiliği yoktur bu sözlerin. Üstelik bu sözler ile birlikte, söyleyenin cevaplaması gereken bir dolu soru da beraberinde gelmektedir.

Birincisi, düşünce nedir? Ağızdan çıkan her şey düşünce midir?

Ben cevaplayacak olursam… Muhtemelen evet.

Örneğin; akraba bağı, arkadaş gazı ile örgütlenmelere, özellikle terör örgütlerine girip boğazına kadar pisliğe batmışların başkalarının da başı belaya girsin yalnız kalmasınlar diye söyledikleri yalanlar, yaratmaya çalıştıkları provokasyonlar da görünürde bir düşüncedir.

Sapkın tarikatlara girmişlerin, tarikat liderinin ya da tarikatın diğer mensuplarının yediği haltları örtmek için yüzsüz yüzsüz söylediği yalanlar da bir düşüncedir.

Parti liderinin ya da başka bir partilisinin yaptığı hırsızlığı örtmek için konuyu çarpıtmaya çalışan, rakip parti ile korkutmaya çalışanın söyledikleri de bir düşüncedir.

Girdiği terör örgütünün yaptığı haydutlukları, katliamları, alçak bir katil olmaktan başka hiçbir sıfatlarının olmadığı gerçeğini gizlemek için konuyu sulandırma çabası da bir düşüncedir.

Kriterin yoksa bunların hepsini düşüncenin dışa vurumu olarak değerlendirebilirsin.

O zaman şu soruyu sormamız gerekiyor: Bir şeyi saygı duyulur yapan şey nedir?

İyi niyettir. Yani bu dünya, ancak tamamen iyi niyetli, hiç tanımadığı insanlara bile faydalı olmak isteyen insanlardan oluşan bir dünya olmuş olsaydı, “Her düşünce değerlidir, her düşünceye saygı duymalıyız. Farklı düşünceler zenginliğimizdir.” tarzında cümleler kurabilirdin.

İyi de, bir insanın ne niyette olduğunu bilme imkânımız var mı? Yani niyet ölçerimiz var mı?

Hayır yok.

O zaman en kötü durum senaryosuna göre kendimizi hazırlamalıyız. Daha doğrusu hazırlamalıydık. Ama maalesef öyle olmadı. İşte bu dünya düzeninin en büyük problemi budur. İnsan olmanın muhteşem bir şey olduğu, herkesin iyi niyetli olduğu varsayımı üzerine kurulmuş olmasıdır.

Düzenin kurucuları, “Suçlunun, kurbanına yaptığını yapamayız” demişler, cezalandırma hukukunu neredeyse yok etmişler.

“İşkence insanlık suçudur” demişler. İşkencenin tanımını yapmamışlar.

“Herkes çocuk sahibi olabilir, en temel insani haktır” demişler. Kontrolsüz üreme ile hem doğan çocuğa ve doğuran anaya kaldırmayacakları yükleri yüklemiş, hem de dünyanın sonunu getirebilecek bir yol açmışlar.

“Herkes oy kullanabilir, herkesin seçme ve seçilme hakkı vardır ve verilen oylar gizli olmalıdır, sorumluluğu alınmamalıdır. Çünkü bu, halkın kendi kaderini tayinidir” demişler. Siyasi arenayı, dolandırıcı ve şovmenlerin oyun alanı haline getirmişler. Üstelik “Halk ne demek? Halkın kendi kaderini tayini ne demek?” cevaplamamışlar.

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki: Şeytanın kurduğu mevcut dünya düzeninin üzerine oturduğu varsayımların hiçbirisi doğru değildir. Peki hayatın gerçekliği nedir?

Bunu cevaplamak için en başta söylediğimiz “Her düşünceye saygı duymalı, değer vermeliyiz” muhabbetine geri dönelim.

İnsanlar neden ağızlarını açarlar? Neden konuşurlar?

Bu soruyu dini bir metinden alıntı yaparak cevaplamak istiyorum.

Yine nakledilmiştir ki: Bir gün Mevlâna hazretleri mübarek medresesinde mânalar saçıyordu. Buyurdu ki:

“Tanrı Kur’an-ı Mecidinde: "En çirkin ses, eşeğin sesidir" buyuruyor. (Lokman – 19)

Bununla bütün hayvanlar arasında en çirkin ve tiksinilen sesi eşeğe nispet ediyor. Acaba dostlar bunun manasını biliyor mu?”

Dostlar baş koyup bunun açıklanmasını kendisinden istediler. Bunun üzerine Mevlâna:

“Her hayvanın kendine mahsus bir iniltisi, bir zikri ve bir tespihi vardır ki bununla yaratan ve rızk veren Tanrısını zikreder. Nitekim devenin böğürtüsü, aslanının kükremesi, av hayvanlarının inlemesi, sineklerin vızıltısı, arıların uğultusu vs., göklerde de meleklerin, ruhanilerin tespihleri ve zikirleri olduğu gibi, insanların da tespihi, tahlili, bâtıni ve bedeni, türlü türlü ibadetleri vardır.

Hâlbuki biçare eşek ise iki muayyen zamanda anırır:

Biri cinsi yakınlık istediği vakit, diğeri de aç kaldığı vakit.

Şiir:

“O, huysuz bir eşek gibidir.

O, doyurduğun vakit, insanları teper,

Aç bıraktığın vakit anırır.”

Binaenaleyh, eşek daima tenasül aletinin ve boğazının esiridir.

Böylece ruhunda Tanrı derdi ve aşk sesi olmayan, kafasında bir sevda ve sır bulunmayan kimse Tanrı’nın yanında eşekten daha aşağıdır.

“Onlar hayvanlar gibi, belki daha ziyade sapıklıktadırlar.” (Araf – 179)

Bu hale düşmekten Tanrı’ya sığınırız.” 

ÂRİFLERİN MENKİBELERİ, (Menâkıbu’l-ârifin), AHMET EFLÂKÎ

Çeviren: Tahsin Yazıcı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Syf: 182 - 183 

İşte, insanların muhtemelen büyük bir kısmı aynen böyledir. Sadece karın doyurma ve cinsel ilişkiye girme hedefi için çene çalarlar. Bu uğurda da hiçbir sınır gözetmeden para elde etmeye çalışırlar. İşte biz de bu gerçeği göz önüne alarak düzeni tasarlamalıyız. Hatta insanların çok az kısmı böyle olmuş olsaydı bile, biz yine de insanların tamamı böyleymiş gibi düşünerek dünya düzenini oluşturmalıyız.

Peki, eğer buna göre tasarlamazsak ne olur?

Günümüzde, gözümüzün önünde olan şey olur. Suçlu hem suçlu hem güçlü olur. Ayaklar baş olur. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır. Mevcut dünya düzeninin az biraz cezalandırmasını bile yaşamamak için adi suç şebekeleri, terör örgütleri siyasi parti adı altında tabela üstüne tabela açarlar. Çözüm üretmesi gereken siyasi arena dolandırıcı ve şovmenlerin oyun alanı olur. İnsanların payına da bunlardan medet umuyor olmanın küçük düşürücülüğünü yaşamak kalır. Ne bir çözüm ne bir fayda üretecek bilgi birikimleri vardır ne de böyle bir şeye niyetleri vardır. Ama bu beklentiyi gargaraya getirmek ve kendilerine adam bağlamak ve sanki hayatta savundukları bir davaları varmış gibi göstermek için geliştirdikleri bin bir çeşit taktikleri vardır. Hemen alt alta yazalım.

1. Faydalı olma beklentisini gargaraya getirmek için yapılanlar:

- Devamlı olarak isteyen pozisyonunu, aslında çok şeyler başarabilecekmiş ama izin verilmiyormuş pozisyonunu korumak. Böylece hiçbir sorumluluğu olmadan aldığı maaşı hak ediyormuş gibi oluyor ve hatta kendince her türlü kötülüğü yapmaya da hak kazanmış olur.

- Ana konuya odaklanılmasın diye detaya girmek

- Üzerine vazife olanı yapamadığını gizleme için vazife olmayan ile zaman öldürme, onu gündemde tutma

2. Sanki fikirleri, savundukları bir davaları varmış gibi göstermek için yapılanlar:

- Kendine tarih çıkarma ve Nekrofili yapma.

- Olayların kronolojik sırasını değiştirme.

- Olmayan düşmanlar yaratıp, boş meydan kabadayılığı yapma.

- Cehaletini ukala taklidi ile örtme. Böylece sanki konuya hakimmiş ve derin bir şeyler söylüyormuş izlenimi uyandırma. 

- Sembol karakter yaratma çabaları ve bunun için ilgili kişinin zamanında yaptığı bazı faaliyetlerinden bahsetme. Bana göre en sinir bozucu olan bu özelliği en sona bıraktım. Kendilerinden daha önce yaşamış aynı kendileri gibi alelade birini sanki sembol bir karaktermiş, dava adamıymış ya da -dini bir kimliği var gibi gösteriliyorsa- kutsal insanmış gibi gösterme çabaları zaten yeterince sinir bozucuyken bir de bunu övülecek hiçbir yanı olmayan bir iki faaliyetini sanki övülecek bir şeymiş gibi anlatmaları, bu özelliklerini daha da katlanılmaz bir noktaya taşıyor. "Bahsettiği kişiden bir sembol çıkmayacağından mı bahsetsem" ya da "övgü ile bahsettiği zamanında yapılan o faaliyet her ne ise onun da övülecek bir şey olmadığından mı bahsetsem" diye karar veremez, muhatap olduğun seviye karşısında kalakalırsın.

3. Adam bağlamak için yapılanlar:

- Suçluluk duygusu yaratmaya çalışmak. “Farklı olduğumu kabul etmiyor musun yoksa”, “Beni inkâr mı ediyorsun yoksa”, “Öz benliğini(?) inkâr mı ediyorsun yoksa” gibi…

- Sanki onun için kavga ediyormuş gibi gözüküp insanların kendisine borçlu olduğunu zannettirme. Bunu terör örgütleri çok yapar.

Not: Yukarıdaki her madde ayrı ayrı daha önceki yazı ve videolarımızda uzun uzadıya işlenmiştir. Encodeum’un sıkı takipçileri ne demek istediğimi anlamıştır.

Öyle bir dönemden geçiyoruz ki; hayatları boyunca hak, hukuk, adalet, davamız, hedeflerimiz diye dolaşan sözde dava adamlarının bugün yaptıklarına şahit olan insanlar aslında o lafların baştan sona yalan olduğuna artık apaçık şahit oluyor.

Bakıyorsun lafta ülkenin ırmağının akışına öleceğini iddia eden, bugün hayatın gerçeğinde ülke yağmalanırken ses çıkarmayıp hatta yağmacıya suç ortağı olmak için fırsat kolluyor.

Manevi değerlerden bahseden adam ne manevi ne değer hiçbir konuda tutarlılığı yakalayamıyor, gücü elde eder etmez kitapta yazan ne kadar suç varsa tamamını işlemeye koyuluyor.

Uyuşturucu kaçakçısı, rezil, kepaze terör örgütleri ile yan yana gelmişlerden hiç bahsetmiyorum bile...

O zaman şu soruyu sormak gerekiyor: Dünya tarihinde bugüne kadar ortaya konmuş ne bir dava ne bir ideoloji yoksa, siyaset adına söylenen şeyler baştan sona yalan dolan, ideolojik olduğu iddia edilen terminolojiler baştan sona kurguysa ve avamın örgütlenmesi çıkar çetesinden ibaretse ve bunların hepsini adım adım anlattıysak neden buraların mensupları girdikleri yerlerden çıkamıyorlar?

Çünkü bir yere girerken, bir şeylerin doğru olduğunu gördükleri için girmediler ki, bir şeylerin yanlış olduğunu görünce çıksınlar. Takıldıkları yerlerde kendilerini, birbirlerini kandırıp duruyorlar.

Ama biz yine de çıkamayışlarını 4 madde ile özetleyelim.

Birincisi, arkadaş veya akraba çevresi olduğu için bağını koparmak dolayısıyla çıkmak oldukça güçleşiyor.

İkincisi, başı belaya girdiği için çıkamıyor. Eğer başı belaya girdiyse zaten artık konu çıkar noktasına ulaşmıştır. Oradan devam etmekten başka yolu kalmamıştır. Onun için örgütün eskileri yeni gelmişlerin mümkün mertebe en hızlı bir şekilde başlarını belaya sokmak için uğraşırlar.

Üçüncüsü ve en ağırı, çıkarsa kandırılmış biri olduğunu, çok kötü bir insan olduğunu alenen kabul etmiş duruma düşeceğinin farkında olduğu için çıkamıyor. Böyle biri olduğu gerçeğini alenen kabul edebilecek olgunluğu göstermek herkesin harcı değildir.

Not: Ha bu arada, F. Gülen, Apo vs. gibi insanların peşine düşüp yaptıkları katliamlar nedeniyle kısas edilmesi gerekirken, hapislere düşen insanlar! Kaç kişiyi katlettiniz ama ben yine de sizi kısastan kurtaracak bir yol sunayım. Şöyle yapalım. 3 ay boyunca sınırsız yetki ile bu ikisini teker teker ülkenin başına geçirelim. Tek bir ama tek bir sorunu çözmeyi başarsınlar hepiniz serbest kalacaksınız. Yoksa ne olduğunuzu alenen kendi ağzınızla kabul edecek ve kısas isteyeceksiniz. Tamam mı? Anlaştık mı? Lider bellediğinize güveniyorsunuz değil mi?

Güvenemiyor musunuz? Peki, sizin için işi biraz daha kolaylaştırayım. Ülkenin başına geçmelerine gerek olmasın. Bunların adı ile yayınlanmış kitaplar var ya, hah o kitaplarda dünya üzerinde herkese hitap eden cinste bir tane çözüm bulun, yine hepiniz serbest kalacaksınız. Tamam mı? Şimdi anlaştık mı?

Bu da mı olmadı? Yine mi yemedi?

Peki, sizin için işi bir kat daha kolaylaştırayım. Çözüm de bulmanıza gerek yok. O kitaplarda işe yarar, işe yaradığı ispat edilmiş tek bir şey bulun. Herhangi bir konuda, tek bir şey… Yine hepiniz serbest kalacaksınız. Yapamazsanız ne olduğunuzu alenen kabul edecek ve kısas isteyeceksiniz. Tamam mı?

Neyse siz aramaya koyulurken ben bildiriye kaldığım yerden devam edeyim. Bol şans…

Dördüncüsü ise hiçbir zaman ispat edilemeyen, somut hiçbir delil getirilemeyen farklı olma iddialarının sağladığı yalandan mutluluktur çıkabilmelerine engel olan. Ayrıca farklı olma iddiasının haydutluk yapabilmelerine verdiğini sandıkları ehliyet de işin cabası olmaktadır.

Üstelik, “Birinin farklı olduğunu nasıl anladın, neden kabul ettin?” diye sorsan cevap veremeyecek alakasız insanlar “Farklılıklarımız zenginliğimizdir.” gibi laflar ile bu yalan seline hazır bedavadan arka çıkıyorken neden bundan vazgeçsinler değil mi!

Tüm bunları göz önüne aldığımızda mevcut dünya düzeninin kurucularına şunun hesabını sorabiliriz artık: İnsanoğlu bu haldeyken nasıl olur da gizli oy ilkesi ile seçim yapılmasına, insanların kontrolsüz üreyebilmesine ve cezalandırma hukukunun neredeyse yok edilmesine sebep olur ve buna uygarlık dersiniz!

Kurulmuş bu düzenin tek bir adı vardır. O da, Adaletsiz Dünya Düzenidir.

Ama adını koyup bırakmayalım. Adil bir dünya düzeninin nasıl kurulacağını da 5 ana ilke ile adım adım anlatalım.

1. Cezalandırmada Adalet

- Cezalandırmada Adalet: Karanlıktan Aydınlığa

- Cezalandırmada Adalet – 2 

- Önleyici Mahiyette İdam Cezası 

- Terörle Mücadele Yasası ve Yasal Hırsızlık 

- Sigara Dumanı ve Gürültü Saldırı Aracıdır 

Hırsızlık ile ilgili bir şey yazmadım bugüne kadar. Onu da hemen ekleyeyim. 

İster birisinden olsun, ister devlet kasasından, mutlaka çalınan miktar çalandan tahsil edilmelidir. Bu uğurda her şey yapılabilir olmalıdır. Peki ya parayı yediyse, gerçekten geri koyamıyorsa?

Parayı yediyse vücudundaki uzuvlarına girmiştir. Uzuvları ile geri ödeyecektir. Yine tahsilat gerçekleşmiş olacaktır. 

2. Seçim Sisteminde Adalet

- Seçim Sisteminde Adalet: Milletin İradesi 

- Kontrolsüz Cumhuriyet ve Yasal Hırsızlık 

- Neden Cumhuriyet Rejimi Başarısız Oldu? 

Ne yazık ki mevcut dünya düzeninde, siyasette çok para dönüyor ve bu da yasal hırsızlıkların ve ekonomik krizlerin yolunu açıyor.

Her ilden milletvekili seçimi eski çağlara aittir. Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin olmadığı zamanlarda illerden haber getirmek gerekirmiş. Bu zamanda böyle bir şeye ihtiyaç yok. Toplamda, her birini ayrı ayrı iş tanımının yapıldığı 70 – 80 tane milletvekili olması yeterlidir. Ayrıca muhtarlıklar ve ilçe belediyesi gibi kurumlar da kaldırılmalıdır. Her ilde bir tane belediye başkanının olması ve her bölge için de bir tane bölge valisi olması yeterlidir. 

Siyasetteki para çarkı mutlaka kırılmalıdır. Hükümetler sadece adaleti ve güvenliği tahsis etmekle uğraşmalı ve bunun için asgari düzeyde personel istihdam etmelidir. Göreceksiniz para çarkı kırıldıktan sonra o parti tabelalarının tamamı bir anda kendi kendine yok olup gidecek zaten.

3. Geleceğin Eğitim Sistemi

- Kabustan Uyanış: Geleceğin Eğitim Sistemi 

4. Kontrolsüz Üremenin Engellenmesi

- Hadımlaştırma Yasası 

- Sığınmacı Sorunu ve Kontrolsüz Üreme 

Kontrollü üremeye geçmiş ülkeler mutlaka bunu uygulamayan ülkelere karşı tecrit uygulamalıdır. Yoksa yağmalanma ihtimali ile karşı karşıya kalırlar.

5. Ekonomide Adalet

Devrim Dersleri serisinin sonunda tamamlanmış olacak.

Tüm bu çalışmalarla, sizleri, adil bir dünya düzenine davet ediyorum. Duyanlar duymayanlara haber versin.

2 comments :

Meonsoha dedi ki...

hocam siyasete girmeyi düşündünüz mü? oy kaybetme korkusuyla lafı evirip çevirenlere mecbur kaldık. elimizi kirletmeden oy bile kullanamaz halde olduğumuzu düşünüyorum.

encodeum dedi ki...

Şimdi baktım da ilk siyasi yazımı Mayıs 2007'de göndermişim. Bu, Mayıs 2007'den beri siyasetin içinde aktif olarak bulunduğumu gösteriyor. O zamandan bu zamana yazdığım yazılar ile sanıyorum kafamdaki düzeni kurmuş, formulize etmiş oldum. Ki bu yazıların tamamı benzersiz içeriğe sahiptir ve somut örnekler, somut çözümler sunar. Adil Dünya Düzeninin tam, eksiksiz hali Devrim Dersleri serisinin sonunda ortaya çıkacak. Tabi inşallah o günleri görebilirsek. Ben göreceğimize inanıyorum.
Hatta "Neden Ekonomik Kriz Olur?" videosunda "Devrim Dersleri serisinin sonunda hem Dünya tarihinin ilk ideolojisini yayınlamış hem de Dünya tarihinin ilk ideolojik siyasi partisini kurmuş olacağız" demiştik.

Bu ne demek?

Bu, zaten ortada ideolojik bir siyasi parti yok demek. "oy kaybetme korkusuyla lafı evirip çevirenlere mecbur kaldık" sözünüz de zaten tüm bunları destekleyici niteliktir.

Sözün özü, sanıyorum, ideolojik siyasetin içindeki tek insan benim.

"Ama bunu, halkın büyük bir çoğunluğu ya da dünyanın geneli fark etmiş değil" diyecekseniz.

O ayıp bana ait değil.