Farklı düşüncelere sahip, farklı insanların olduğunu söyleyen; bunun bizim için bir zenginlik olduğunu ve tüm bu düşüncelere saygı duymamız gerektiğini söyleyen insanlara hayatınızın bir döneminde mutlaka denk gelmişsinizdir. Bu içi doluymuş ve itiraz edilemez, evrensel bir doğru
içeriyormuş gibi gözüken sözlerin bir anlamı, bir doğruluğu var mı sizce? "Gerçekçi değil ki, doğru olsa ne yazar?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet, Barbielerle,
Kenlerle, Pamuk Prenseslerle dolu bir dünyada yaşıyor olsaydık belki bir anlam
ifade edebilirdi ama bu haliyle hiçbir gerçekçiliği yoktur bu sözlerin. Üstelik
bu sözler ile birlikte, söyleyenin cevaplaması gereken bir dolu soru da beraberinde
gelmektedir. Birincisi, düşünce nedir? Ağızdan çıkan her şey düşünce
midir? Ben cevaplayacak olursam… Muhtemelen evet. Örneğin; akraba bağı, arkadaş gazı ile örgütlenmelere,
özellikle terör örgütlerine girip boğazına kadar pisliğe batmışların
başkalarının da başı belaya girsin yalnız kalmasınlar diye söyledikleri
yalanlar, yaratmaya çalıştıkları provokasyonlar da görünürde bir düşüncedir. Sapkın tarikatlara girmişlerin, tarikat liderinin ya da
tarikatın diğer mensuplarının yediği haltları örtmek için yüzsüz yüzsüz
söylediği yalanlar da bir düşüncedir. Parti liderinin ya da başka bir partilisinin yaptığı
hırsızlığı örtmek için konuyu çarpıtmaya çalışan, rakip parti ile korkutmaya
çalışanın söyledikleri de bir düşüncedir. Girdiği terör örgütünün yaptığı haydutlukları, katliamları,
alçak bir katil olmaktan başka hiçbir sıfatlarının olmadığı gerçeğini gizlemek
için konuyu sulandırma çabası da bir düşüncedir. Kriterin yoksa bunların hepsini düşüncenin dışa vurumu
olarak değerlendirebilirsin. O zaman şu soruyu sormamız gerekiyor: Bir şeyi saygı duyulur
yapan şey nedir? İyi niyettir. Yani bu dünya, ancak tamamen iyi niyetli, hiç tanımadığı
insanlara bile faydalı olmak isteyen insanlardan oluşan bir dünya olmuş olsaydı, “Her
düşünce değerlidir, her düşünceye saygı duymalıyız. Farklı düşünceler
zenginliğimizdir.” tarzında cümleler kurabilirdin. İyi de, bir insanın ne niyette olduğunu bilme imkânımız var mı?
Yani niyet ölçerimiz var mı? Hayır yok. O zaman en kötü durum senaryosuna göre kendimizi hazırlamalıyız.
Daha doğrusu hazırlamalıydık. Ama maalesef öyle olmadı. İşte bu dünya düzeninin
en büyük problemi budur. İnsan olmanın muhteşem bir şey olduğu, herkesin iyi
niyetli olduğu varsayımı üzerine kurulmuş olmasıdır. Düzenin kurucuları, “Suçlunun, kurbanına yaptığını yapamayız” demişler,
cezalandırma hukukunu neredeyse yok etmişler. “İşkence insanlık suçudur” demişler. İşkencenin tanımını
yapmamışlar. “Herkes çocuk sahibi olabilir, en temel insani haktır”
demişler. Kontrolsüz üreme ile hem doğan çocuğa ve doğuran anaya
kaldırmayacakları yükleri yüklemiş, hem de dünyanın sonunu getirebilecek bir
yol açmışlar. “Herkes oy kullanabilir, herkesin seçme ve seçilme hakkı
vardır ve verilen oylar gizli olmalıdır, sorumluluğu alınmamalıdır. Çünkü bu, halkın
kendi kaderini tayinidir” demişler. Siyasi arenayı, dolandırıcı ve şovmenlerin
oyun alanı haline getirmişler. Üstelik “Halk ne demek? Halkın kendi kaderini
tayini ne demek?” cevaplamamışlar. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki: Şeytanın kurduğu mevcut
dünya düzeninin üzerine oturduğu varsayımların hiçbirisi doğru değildir. Peki
hayatın gerçekliği nedir? Bunu cevaplamak için en başta söylediğimiz “Her düşünceye
saygı duymalı, değer vermeliyiz” muhabbetine geri dönelim. İnsanlar neden ağızlarını açarlar? Neden konuşurlar? Bu soruyu dini bir metinden alıntı yaparak cevaplamak
istiyorum.
İşte, insanların muhtemelen büyük bir kısmı aynen böyledir. Sadece karın doyurma ve cinsel ilişkiye girme hedefi için çene
çalarlar. Bu uğurda da hiçbir sınır gözetmeden para elde etmeye çalışırlar. İşte biz de bu gerçeği göz önüne alarak düzeni tasarlamalıyız. Hatta insanların çok az kısmı böyle olmuş olsaydı bile, biz yine de insanların tamamı böyleymiş gibi düşünerek dünya düzenini oluşturmalıyız. Peki, eğer buna göre tasarlamazsak ne olur? Günümüzde, gözümüzün önünde olan şey olur. Suçlu hem suçlu
hem güçlü olur. Ayaklar baş olur. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır. Mevcut dünya
düzeninin az biraz cezalandırmasını bile yaşamamak için adi suç şebekeleri, terör
örgütleri siyasi parti adı altında tabela üstüne tabela açarlar. Çözüm üretmesi gereken
siyasi arena dolandırıcı ve şovmenlerin oyun alanı olur. İnsanların payına da
bunlardan medet umuyor olmanın küçük düşürücülüğünü yaşamak kalır. Ne bir çözüm
ne bir fayda üretecek bilgi birikimleri vardır ne de böyle bir şeye niyetleri
vardır. Ama bu beklentiyi gargaraya getirmek ve kendilerine adam bağlamak ve
sanki hayatta savundukları bir davaları varmış gibi göstermek için
geliştirdikleri bin bir çeşit taktikleri vardır. Hemen alt alta yazalım. 1. Faydalı olma beklentisini gargaraya getirmek için
yapılanlar: - Devamlı olarak isteyen pozisyonunu, aslında çok şeyler
başarabilecekmiş ama izin verilmiyormuş pozisyonunu korumak. Böylece hiçbir sorumluluğu olmadan aldığı
maaşı hak ediyormuş gibi oluyor ve hatta kendince her türlü kötülüğü yapmaya da hak kazanmış olur. - Ana konuya odaklanılmasın diye detaya girmek - Üzerine vazife olanı yapamadığını gizleme için vazife
olmayan ile zaman öldürme, onu gündemde tutma 2. Sanki fikirleri, savundukları bir davaları varmış gibi
göstermek için yapılanlar: - Kendine tarih çıkarma ve Nekrofili yapma. - Olayların kronolojik sırasını değiştirme. - Olmayan düşmanlar yaratıp, boş meydan kabadayılığı yapma. - Cehaletini ukala taklidi ile örtme. Böylece sanki konuya
hakimmiş ve derin bir şeyler söylüyormuş izlenimi uyandırma. - Sembol karakter yaratma çabaları ve bunun için ilgili kişinin zamanında yaptığı bazı faaliyetlerinden bahsetme. Bana göre en sinir bozucu olan bu özelliği en sona bıraktım. Kendilerinden daha önce yaşamış aynı kendileri gibi alelade birini sanki sembol bir karaktermiş, dava adamıymış ya da -dini bir kimliği var gibi gösteriliyorsa- kutsal insanmış gibi gösterme çabaları zaten yeterince sinir bozucuyken bir de bunu övülecek hiçbir yanı olmayan bir iki faaliyetini sanki övülecek bir şeymiş gibi anlatmaları, bu özelliklerini daha da katlanılmaz bir noktaya taşıyor. "Bahsettiği kişiden bir sembol çıkmayacağından mı bahsetsem" ya da "övgü ile bahsettiği zamanında yapılan o faaliyet her ne ise onun da övülecek bir şey olmadığından mı bahsetsem" diye karar veremez, muhatap olduğun seviye karşısında kalakalırsın. 3. Adam bağlamak için yapılanlar: - Suçluluk duygusu yaratmaya çalışmak. “Farklı olduğumu
kabul etmiyor musun yoksa”, “Beni inkâr mı ediyorsun yoksa”, “Öz benliğini(?) inkâr mı
ediyorsun yoksa” gibi… - Sanki onun için kavga ediyormuş gibi gözüküp insanların kendisine
borçlu olduğunu zannettirme. Bunu terör örgütleri çok yapar. Not: Yukarıdaki her madde ayrı ayrı daha önceki yazı ve
videolarımızda uzun uzadıya işlenmiştir. Encodeum’un sıkı takipçileri ne demek
istediğimi anlamıştır. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki; hayatları boyunca hak,
hukuk, adalet, davamız, hedeflerimiz diye dolaşan sözde dava adamlarının bugün yaptıklarına şahit olan insanlar aslında o lafların baştan sona yalan olduğuna artık apaçık
şahit oluyor. Bakıyorsun lafta ülkenin ırmağının akışına öleceğini iddia
eden, bugün hayatın gerçeğinde ülke yağmalanırken ses çıkarmayıp hatta
yağmacıya suç ortağı olmak için fırsat kolluyor. Manevi değerlerden bahseden adam ne manevi ne değer hiçbir
konuda tutarlılığı yakalayamıyor, gücü elde eder etmez kitapta yazan ne kadar suç
varsa tamamını işlemeye koyuluyor. Uyuşturucu kaçakçısı, rezil, kepaze terör örgütleri ile yan
yana gelmişlerden hiç bahsetmiyorum bile... O zaman şu soruyu sormak gerekiyor: Dünya tarihinde bugüne
kadar ortaya konmuş ne bir dava ne bir ideoloji yoksa, siyaset adına söylenen
şeyler baştan sona yalan dolan, ideolojik olduğu iddia edilen terminolojiler
baştan sona kurguysa ve avamın örgütlenmesi çıkar çetesinden ibaretse ve
bunların hepsini adım adım anlattıysak neden buraların mensupları girdikleri
yerlerden çıkamıyorlar? Çünkü bir yere girerken, bir şeylerin doğru olduğunu
gördükleri için girmediler ki, bir şeylerin yanlış olduğunu görünce çıksınlar. Takıldıkları
yerlerde kendilerini, birbirlerini kandırıp duruyorlar. Ama biz yine de çıkamayışlarını 4 madde ile özetleyelim. Birincisi, arkadaş veya akraba çevresi olduğu için bağını koparmak
dolayısıyla çıkmak oldukça güçleşiyor. İkincisi, başı belaya girdiği için çıkamıyor. Eğer başı
belaya girdiyse zaten artık konu çıkar noktasına ulaşmıştır. Oradan devam
etmekten başka yolu kalmamıştır. Onun için örgütün eskileri yeni gelmişlerin
mümkün mertebe en hızlı bir şekilde başlarını belaya sokmak için uğraşırlar. Üçüncüsü ve en ağırı, çıkarsa kandırılmış biri olduğunu, çok
kötü bir insan olduğunu alenen kabul etmiş duruma düşeceğinin farkında olduğu
için çıkamıyor. Böyle biri olduğu gerçeğini alenen kabul edebilecek olgunluğu
göstermek herkesin harcı değildir. Not: Ha bu arada, F. Gülen, Apo vs. gibi insanların peşine
düşüp yaptıkları katliamlar nedeniyle kısas edilmesi gerekirken, hapislere
düşen insanlar! Kaç kişiyi katlettiniz ama ben yine de sizi kısastan kurtaracak bir
yol sunayım. Şöyle yapalım. 3 ay boyunca sınırsız yetki ile bu ikisini teker
teker ülkenin başına geçirelim. Tek bir ama tek bir sorunu çözmeyi başarsınlar
hepiniz serbest kalacaksınız. Yoksa ne olduğunuzu alenen kendi ağzınızla kabul
edecek ve kısas isteyeceksiniz. Tamam mı? Anlaştık mı? Lider bellediğinize güveniyorsunuz değil mi? Güvenemiyor musunuz? Peki, sizin için işi biraz daha kolaylaştırayım. Ülkenin başına geçmelerine gerek olmasın. Bunların adı ile
yayınlanmış kitaplar var ya, hah o kitaplarda dünya üzerinde herkese hitap eden
cinste bir tane çözüm bulun, yine hepiniz serbest kalacaksınız. Tamam mı? Şimdi anlaştık mı? Bu da mı olmadı? Yine mi yemedi? Peki, sizin için işi bir kat daha kolaylaştırayım. Çözüm de
bulmanıza gerek yok. O kitaplarda işe yarar, işe yaradığı ispat edilmiş tek bir
şey bulun. Herhangi bir konuda, tek bir şey… Yine hepiniz serbest kalacaksınız. Yapamazsanız ne olduğunuzu alenen kabul edecek ve kısas isteyeceksiniz. Tamam mı? Neyse siz aramaya koyulurken ben bildiriye kaldığım yerden
devam edeyim. Bol şans… Dördüncüsü ise hiçbir zaman ispat edilemeyen, somut hiçbir
delil getirilemeyen farklı olma iddialarının sağladığı yalandan mutluluktur çıkabilmelerine engel olan. Ayrıca farklı olma iddiasının haydutluk yapabilmelerine verdiğini sandıkları ehliyet de işin cabası olmaktadır. Üstelik, “Birinin farklı olduğunu nasıl anladın, neden kabul
ettin?” diye sorsan cevap veremeyecek alakasız insanlar “Farklılıklarımız
zenginliğimizdir.” gibi laflar ile bu yalan seline hazır bedavadan arka
çıkıyorken neden bundan vazgeçsinler değil mi! Tüm bunları göz önüne aldığımızda mevcut dünya düzeninin
kurucularına şunun hesabını sorabiliriz artık: İnsanoğlu bu haldeyken nasıl olur da
gizli oy ilkesi ile seçim yapılmasına, insanların kontrolsüz üreyebilmesine ve cezalandırma hukukunun neredeyse yok edilmesine sebep olur ve buna
uygarlık dersiniz! Kurulmuş bu düzenin tek bir adı vardır. O da, Adaletsiz Dünya Düzenidir. Ama adını koyup bırakmayalım. Adil bir dünya düzeninin nasıl kurulacağını da 5 ana ilke ile adım adım anlatalım. 1. Cezalandırmada Adalet - Cezalandırmada Adalet: Karanlıktan Aydınlığa - Önleyici Mahiyette İdam Cezası - Terörle Mücadele Yasası ve Yasal Hırsızlık - Sigara Dumanı ve Gürültü Saldırı Aracıdır Hırsızlık ile ilgili bir şey yazmadım bugüne kadar. Onu da hemen ekleyeyim. İster birisinden olsun, ister devlet kasasından, mutlaka çalınan miktar çalandan tahsil edilmelidir. Bu uğurda her şey yapılabilir olmalıdır. Peki ya parayı yediyse, gerçekten geri koyamıyorsa? Parayı yediyse vücudundaki uzuvlarına girmiştir. Uzuvları ile geri ödeyecektir. Yine tahsilat gerçekleşmiş olacaktır. 2. Seçim Sisteminde Adalet - Seçim Sisteminde Adalet: Milletin İradesi - Kontrolsüz Cumhuriyet ve Yasal Hırsızlık - Neden Cumhuriyet Rejimi Başarısız Oldu? Ne yazık ki mevcut dünya düzeninde, siyasette çok para dönüyor ve bu da yasal hırsızlıkların ve
ekonomik krizlerin yolunu açıyor. Her ilden milletvekili seçimi eski çağlara aittir. Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin olmadığı zamanlarda illerden haber getirmek gerekirmiş. Bu zamanda böyle bir şeye ihtiyaç yok. Toplamda, her birini ayrı ayrı iş tanımının yapıldığı 70 – 80 tane milletvekili olması yeterlidir. Ayrıca muhtarlıklar ve ilçe belediyesi gibi kurumlar da kaldırılmalıdır. Her ilde bir tane belediye başkanının olması ve her bölge için de bir tane bölge valisi olması yeterlidir. Siyasetteki para çarkı mutlaka kırılmalıdır. Hükümetler sadece adaleti ve
güvenliği tahsis etmekle uğraşmalı ve bunun için asgari düzeyde personel istihdam
etmelidir. Göreceksiniz para çarkı kırıldıktan sonra o parti tabelalarının tamamı bir anda kendi
kendine yok olup gidecek zaten. 3. Geleceğin Eğitim Sistemi - Kabustan Uyanış: Geleceğin Eğitim Sistemi 4. Kontrolsüz Üremenin Engellenmesi - Sığınmacı Sorunu ve Kontrolsüz Üreme Kontrollü üremeye geçmiş ülkeler mutlaka bunu uygulamayan
ülkelere karşı tecrit uygulamalıdır. Yoksa yağmalanma ihtimali ile karşı
karşıya kalırlar. 5. Ekonomide Adalet Devrim Dersleri serisinin sonunda tamamlanmış olacak. Tüm bu çalışmalarla, sizleri, adil bir dünya düzenine davet ediyorum. Duyanlar duymayanlara haber versin. |
13 Mart 2024 Çarşamba
Adil Dünya Düzeni Bildirisi
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
2 comments :
hocam siyasete girmeyi düşündünüz mü? oy kaybetme korkusuyla lafı evirip çevirenlere mecbur kaldık. elimizi kirletmeden oy bile kullanamaz halde olduğumuzu düşünüyorum.
Şimdi baktım da ilk siyasi yazımı Mayıs 2007'de göndermişim. Bu, Mayıs 2007'den beri siyasetin içinde aktif olarak bulunduğumu gösteriyor. O zamandan bu zamana yazdığım yazılar ile sanıyorum kafamdaki düzeni kurmuş, formulize etmiş oldum. Ki bu yazıların tamamı benzersiz içeriğe sahiptir ve somut örnekler, somut çözümler sunar. Adil Dünya Düzeninin tam, eksiksiz hali Devrim Dersleri serisinin sonunda ortaya çıkacak. Tabi inşallah o günleri görebilirsek. Ben göreceğimize inanıyorum.
Hatta "Neden Ekonomik Kriz Olur?" videosunda "Devrim Dersleri serisinin sonunda hem Dünya tarihinin ilk ideolojisini yayınlamış hem de Dünya tarihinin ilk ideolojik siyasi partisini kurmuş olacağız" demiştik.
Bu ne demek?
Bu, zaten ortada ideolojik bir siyasi parti yok demek. "oy kaybetme korkusuyla lafı evirip çevirenlere mecbur kaldık" sözünüz de zaten tüm bunları destekleyici niteliktir.
Sözün özü, sanıyorum, ideolojik siyasetin içindeki tek insan benim.
"Ama bunu, halkın büyük bir çoğunluğu ya da dünyanın geneli fark etmiş değil" diyecekseniz.
O ayıp bana ait değil.
Yorum Gönder